9 Ağustos 2009 Pazar
Son..!
Biz de kapatıyoruz kardeşim. Yok işte olmuyor. Bazen sıkılıyorsun ediyorsun ama içinde yazma aşkı varsa bırakamıyorsun sebepsiz yere. Ama bıraktırıyorlar işte adama. Lanet ediyorsun dünyaya, düzene, insanlara. Borges kapattığında tüm blog alemi olarak içimizden bir parça koptu. Ben kapattım diye kimsenin üzüleceğini, pek çok kişinin de fark etmeyeceğinin farkındayım. Olsun ama. Bu zamana kadar mümkün olduğunca çok kişiye ulaşıp sesimizi duyurmaya çalıştık. Olduğu kadar artık. Beğenen vardır beğenmeyen vardır. Hepsi helal etsin hakkını.
Çok uzun bir geçmişimiz yoktu aslında. Geçen yılın kasımından beri yazıyordum. Öğrenciyiz eninde sonunda. Bazen vaktimiz olmuyordu. Yardım alayım dedim. Olmadı. Kimse benim kadar istekli değildi. Ben yazamadığımda blog boş kalmasın diye millete zorla yazılar yazdırdım. Farkındayım. Zorla yazılınca tadı olmuyor tabi. Farkediliyor zaten yazıldığında.
Bir nedenim lise sona geçmemdi kapatmak için. Okuldu, dershaneydi, evde çalışmaydı derken ne olayları takip edebilirim, ne de yazmaya vakit bulabilirim diye düşünüyordum. Ancak bu kadar erken değildi bırakmak. Olmamalıydı da. Severek yaptığım, yaparken övündüğüm, gururlandığım bir oluşumdan vazgeçmek ne zordur. Diyorum ya, bıraktırıyorlar adama. Yaşamaktan aldığın zevki öldürüyorlar. Sonrasında ne yazsan boş.
Kendinize iyi bakın...
2 Ağustos 2009 Pazar
Vampir Dünyası#2
Ayrıca yüzyıllarca yaşayan vampirlerin herkesin fişlendiği bu dönemde, Amerika gibi bir yerde, kimliklerini ifşa etmeden yaşayabilmeleri imkasıza yakın. Yani Moonlight dizisi kendi içinde inandırıcılığa ulaşamamış.
Zaten vampir diye bir şey yok, ne inandırıcılığı gibi bir düşünceye kapılıyorsanız kurgu türünde dizi-filmleri izlemiyorsunuzdur da zaten. Olay burada ne tür bir yaratık yarattığınız değil, yarattığınız kurgunun kendi içinde senaryo uğruna çelişmemesidir.
Bu konuda gördüğüm en uygun dizi Amerika HBO kanalındaki True Blood dizisi. The Piano ve X-Men: The Last Stand filmlerinden tanıdığımız Anna Paquin'in başrolünde olduğu True Blood dizisi kendi içinde büyük bir tutarlılığa ve mükemmel bir kurguya sahip. Dizide vampirlerin yanısıra her zaman duyduğumuz türlerin dışında bazı türler de mevcut.
Vampirlerin varlığı tüm dünya tarafından bilinmekte ama özellikle dindar kesim onları birey olarak kabul etmemekte ısrarlı. Kabullenebilen insanlar da var, düşman olan da. Vampirler gün ışığına çıkamıyor bu yüzden sadece gece gezebiliyorlar. Bu zayıflıklarından dolayı gündüz vakti vampir düşmanları tarafından ateşe veriliyor.
Dizinin adı, True Blood, vampirlerin kan ihtiyacını insanlardan sağlamasını engellemek için imal edilen sentetik bir içecek. Ama tabiki orjinalinin tadı yok. Bu yüzden aç gözlü olanlar hala cinayet işliyorlar.
True Blood gerilimli ve ateşli vampir sahnelere, mükemmel kurgusuyla bu tarzı sevenlere doyurucu bir seyir zevki sağlıyor.
1 Ağustos 2009 Cumartesi
Vampir Dünyası#1
Efendim bildiğiniz gibi son günlerde vampirlerle ilgili her şey fazlasıyla revaçta. Filmleri, dizileri, kitapları her yerde çok izleniyor, çok okunuyor. Ben de konuyla ilgili yanlış bilinen ve vizyona konulan konulara bir parantez açayım dedim.
Herkesin beğeniyle izlediği Twilight'la başlayalım. Kitabı okumadım ama film üstünden konuşacağım zaten. Öncelikle film aşk hikayesini vampirlik temasının önüne koymuş. Vampirlerin o karanlık özellikleri ön planda değil. Vampirlik efsanesi Tanrı'nın verdiği ceza olarak kabul edilir. Bu yüzden vampirlerin derisi ışıkta değerli bir taş olan elmas gibi parıldamaz.
Bu parıldama meselesi porfiria hastalığından geliyor. 1700’lü yıllarda keşfedile ve bir çeşit kan zehirlenmesi olan Porfirya hastalığının ilerlemesiyle derinin kızılötesi ışınlara karşı zayıfladığı ve bu nedenle karardığı görülür. Dudaklar kuruyup çekildiği için dişler ortaya çıkar. Hasta çok acı çeker. Sonunda çıldırır. O dönemki hastalar tedavi amaçlı hayvan kanı içtikleri için de kan içme meselesinin buradan kaldığı düşünülmektedir. Ama vampirlik terimi bundan eskiye dayanır.
İlk vampirin Adem ve Havva'nın oğlu Kabil(Caine) olduğu söylenir. Musevi, Hristiyan ve Müslüman kaynaklarından da benzer bir olay anlatılır. Tanrı, Adem ve Havva'nın iki oğlundan adak ister. Çiftçi Kabil en güzel meyve ve sebzelerini, çoban Habil'de en genç ve en güçlü hayvanını kurban eder. Tanrı Habil'inkini kabul eder, Kabil'inkini reddeder. Kabil de kıskançlıktan insanlık tarihinin ilk cinayetini işler.
Buradan sonra hikaye farklı kaynaklara göre değişiyor. Musevi ve Hristiyanlara göre Caine Tanrı'nın huzurundan kovulduktan sonra Adem'in ilk karısıyla karşılaşır ve onun kanını içerek uzun süren bir karanlığa düşer. Gözünü açtığında Michael(Mikail) ile karşılaşır ve affedildiği müjdelenir. Ama Caine asıl affın kendi vicdanı tarafından olması gerektiğini söyleyerek bu teklifi reddeder. Bunun üzerine lanetlenir.
"Bu diyarlarda gezdiğin sürece, sen ve senin çocukların ateşten korkacak. Ateşim sizin derinizi yakacak ve sizi mahvedecek."
Daha sonra melek Raphael(İsrafil) Caine'e tekrar bağışlandığını söyler ama yine aynı gerekçeyle reddedilir. İkinci lanet geliverir.
"Bu diyarda gezdiğin sürece sen ve çocukların gün doğuşundan korkacak. Güneşin ışınları sizi ateş gibi yakacak. Şimdi git ve karanlık bir yere saklan, saklan ki güneşin gazabını hissetme!"
Son laneti ölüm meleği Uriel'den(Azrail) gelir. Reddedilen Uriel, "Sen ve senin çocukların, bu diyarda gezdiği sürece karanlığa tutunacaklar. Sadece kan içecekler. Sadece kül yiyecekler. Bir ölü gibi yaşayacaklar, fakat ölmeyecekler. Son günlere kadar dokunduğunuz her şey yok olacak!"
Bütün efsaneyi ayrıntısıyla okumak isteyenler buraya tıklasın.
Vampirlerin özellikleri buradan gelmekte. Ateşten korkarlar, güneş ışığına çıkamazlar çünkü yanarlar ve dünyada kalmaya mahkum edilmişlerdir. Ölü olmalarına rağmen ölümsüz gibi varlıklarını sürdürürler.
Daha kısa planlıyordum aslında ama bayağı uzun bir yazı olacak gibi. O yüzden burada kesiyorum. Bir sonraki yazıda yeni çıkan vampir dizileri üstünden devam edeceğim...
29 Temmuz 2009 Çarşamba
Bora Uzer - B1
Albümün çıkış parçası "Aramızda 1 Gerginlik Mi Var?" Nispeten yeni çıkan videoysa "Dudaktan Dudağa".
Tanımak için hakkında biraz araştırma yapayım dedim, Avrupa'yla sıkı bir bağlantı içinde. Londra'da bir stüdyosu varmış. Çokça ünlü ismin ön grubu olarak sahneye ve turnelere çıkmış. Ama merak etmeyin, İngilizce şarkılarında İngiliz aksanı yok.
Bora Uzer - Aramızda 1 Gerginlik Mi Var?
27 Temmuz 2009 Pazartesi
Çıkacaklar
Jay-Z, Blueprint serisine devam ediyor. Yeni albümünün adı The Blueprint 3. Yapımcılığını Timbaland yaptı. Kanye West ve Rihanna'yla düet şarkılar olduğu açıklanmış. Basına söylenmemiş ama en az bir tane illa Beyoncé'yle vardır. 11 Eylül'de piyasaya çıkacak albüm, Jay-Z Def Jam şirketinden ayrıldığı için yeni kayıt şirketi Live Nation etiketiyle çıkacak.
Acun'la çifte telli oynayan "bizim oğlan" 50 Cent'te Jay-Z'yle aynı gün çıkaracak albümünü. 2007'de çıkması kararlaştırılan, sonra Curtis albümünün yayınlanmasıyla çıkışı ertelenen Before I Self Destruct, 11 Eylül'de piyasaya çıkacak deniyor. 2007'den beri en az 10 kere ertelendi herhalde bu CD'nin çıkış tarihi. Son karar bu şimdilik.
Press Play'den beri suskun duran P.Diddy, TV programlarından vazgeçip müziğe dönmüş ama kendine güvenmiyor belli ki. Last Train To Paris adlı albümünü Eylül'de çıkarmayı planlayan Diddy, Jay-Z ve 50 Cent'le kapışmamak adına albüm tarihini ertelediğini açıklamış. Biggie Smalls öldüğünde tavan yapıp sonra düşüşe geçti Diddy. Yapımcı olarak daha başarılı artık. Yine de dinlemeden bir şey dememek lazım tabii.
Jay-Z'nin keşfettiği Rihanna'nınsa albümü 2009 sonunda çıkacak. Rihanna'ya Jay-Z, Kanye West, Pharrell Williams ve , 'Bleeding Love' ve 'Battlefield' gibi şarkıların söz yazarı OneRepublic üyesi Ryan Tedder eşlik edecekmiş. Chris Brown'da yayınladığı bir videoyla özür dilemiş efendim.
Ben sevmem ama dinleyeni vardır, Tokio Hotel'in 2 Ekim'de çıkaracağı albümün ismi Humanoid olarak belirlenmiş. İnsansı tarzı bişi yani. Elemanların dördü de ayrı telden çalıyor zaten. Albümün adını güzel bulmuşlar.
Son olarak yine son dönemde patlayan bir isim var; Bedük. Klipte kolbastı oynatmasa belki duyamayacaktık onu. Ama uluslararası alanda başarı yakalayabilcek türde müzik yapıyor. Üstelik söz, müzik, yapımcılık vs. her şeyi kendisine ait. Serhat Bedük adıyla çıkardığı ilk albümde yapımcılarla çalışan Bedük, yaptıkları işi beğenmeyince, daha doğrusu uyuşamayınca, evinin üst katını alıp bir stüdyo kurmuş. Even Better ve Dance Revolution albümleri de bu stüdyodan çıkmış. Çok sayıda hit olacak parça var içinde. Amerikalı olsa, iddia ediyorum, tüm dünya bu şarkılarla dans ediyor olurdu sahillerde.
Neyse fazla uzatmayalım, Bedük Cornetto reklamında çalan Gel Aşka şarkısının orjinalini ve 3 yeni versiyonunu içeren bir maxisingle yapmış ve sahil kentlerini içeren bir konser turuna başlayacakmış. En son Erdek'te çıkmıştı. Sizin oralara gelirse bir gidin dinleyin derim. Pişman olmayacaksınız.
26 Temmuz 2009 Pazar
Yeni Albüm: Imperial Blaze
Müzikte en korktuğum şey şu yeni albüm meselesi. Acaba eskisi kadar veya ondan güzel olacak mı? Sanatçı çizgisini koruduğu ve kendisini geliştirdiği sürece böyle bir sorun yaşamaz gibi geliyor ama bilemeyiz tabii.
Sean Paul genelde yaz başında çıkardığı albümlerle tüm yaz sahilleri sallardı. Bu sefer ağustos ayında çıkacak yenisi. 2 şarkı çıktı albümden önce. Press It Up ve So Fine. Bu şarkılara bakarak gelecek albüm hakkında beklentilerim daha da arttı.
Jamaikalıların İngilizce konuşması yeter zaten...
Love ya my breda!
22 Temmuz 2009 Çarşamba
Rahatsız Adamım Ben
Konu futbol değil, sosyal bir konu ama siyasetle direkt ilgili. Bakırköy'e bağlı Yeşilköy semtinde yaşıyorum. Eskiden şehir dışı kabul edilirdi ancak şehrin gelişmesiyle maalesef şehir içine dahil oldu bu gözlerden uzak semtimiz. Bugün, yakınlarda bulunan Florya Atatürk Orman'ı içerisinden tren istasyonuna gidiyordum. Ormanda piknik yapmak vs. yasak. Ancak belediye ağaçların daha seyrek olduğu yerlere masalar koymuş, halka açık bir yer haline getirmiş. Semaverleri kapıp gelen ağaçların altında çayını yudumlayabilsin diye.
Buradan sıklıkla geçiyorum. Orman yolu kestirme yoldur çünkü. Ne zamanda geçsem onlarca insan arasından başı açık görmek nasip olmadı. Çarşaflı sayısında da hayli artış var. Öncelikle şunu belirteyim; Türbanlı hatta çarşaflılarla ilgili bir sıkıntım yok. Devletin yasalarının elverdiği alanda her insan açık veya kapalı istediğini giyebilir. Zaten sorun bu değil.
Bundan 10 sene önce Florya'da kapalı insanlar seyrek görünürdü. Birden insanların dindarlığı mı depreşti? Kısmen cevabı en doğrusu olacak. Çünkü dediğim gibi daha önce şehrin dışı kabul edilen ve nüfusu az olan bu zengin mahallelerine son 10 yılda çokça yeni evsahibi taşındı. Jeep'ler içerisinde türbanlı hanımlar aşina bir görüntü oldu. Bu kadar lüks yaşam dinle bağdaşır mı, orasını bilemiyorum.
Ama çeşit çeşit kapalı insan modeli var. Bazıları tamamen dinlerinin gereği olarak yapıyor bunu. Niyetleri bu olanları cani gönülden destekliyorum. Baş örtüsünü suistimal edenler yüzünden de bir kısım halk tarafından hor görülüyorlar. Durumdan en çok zarar gören onlar.Ama bir de alttaki fotoğraftaki gibiler var, orası karışık.
Geçtiğimiz yıllarda yukarıdaki fotoğraf gibi örnekler basına yansımıştı. Köşe yazarları arasında hayli popüler bir konuşma konusu olmuştu. Ben şaşırmıştım açıkçası. Sadece ben mi görüyorum dizlerinin üstünde etek giymiş, göbeği açık gezen türbanlılar? Bu sadece bir fotoğraf. Bir gün yolum düşse de tekrar Gülhane Parkı'na gitsem. Biraz yukarılara çıktığınızda bundan kat kat güzel pozlar çekebilirsiniz. 1 kareye bunun gibi 5 çift sığdırabilirsiniz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diye geçiriyorum içimden.
İsteyen istediğini giysin ama herkesin gözünün önünde de yaptıkları çelişmesin. O zaman başka şeyler düşünüyor insan çünkü. Karısı başını kapadıktan sonra altına araba çeken az insan yok ülkemizde. Bu gelişmeler, gördüğümüz İranvari görüntüler beni çok rahatsız ediyor.
Davalara yapılan müdahaleler, tüm muhalif seslerin bir bir susturulması, medyanın birer birer hükümet yandaşı olması beni çok rahatsız ediyor.
Biz Real Madrid'in futbolculara harcadığı paraları konuşurken, harcanan paraların onlarca katının ülkemizde birilerinin cebine gitmesi beni çok rahatsız ediyor.
Kadrolaşmanın tavan yaptığı şu günlerde, bir de katsayının kaldırılmasıyla İmam Hatip'lilerin mühendis, doktor, avukat, siyasetçi olmasının önünün açılması beni çok rahatsız ediyor.
Çok rahatsızım çok...
Bedava Yaşıyoruz Bedava
9 Temmuz 2009 Perşembe
Yaz
Ne zamandır yazı yazmak gelmiyor içimden. Sıcaktan olsa gerek. Yaz mevsimini sevmiyor bu adam, ne yapalım! Niye seveyim ki? Lig bitiyor. Basında her zamankinin 10 katı saçma sapan transfer haberleri çıkıyor. Hava ısınıyor. Çok ısınıyor. Okul yok, yapacak iş yok. Dışarı da çıkamıyorum. İstanbul öyle bir yer ki, su içinde nefes alıyormuş gibi hissediyorsunuz. O kadar çok su buharı var ki, Temmuz günü 2 saat yağmur yağıyor. Yaz yağmuru kısa sürmüyor.
1 Temmuz 2009 Çarşamba
Duvar - Jean-Paul Sartre
Orhan Pamuk'u, Ayşe Kulin'i, Luke Rhinehart'ı yorumlayabilirim kolaylıkla. Romanları herkesin anlayabileceği düzeyde yazılmıştır. Ama bir filozof okumak, hatta üzerine yorum yapmak benim boyumu aşar. Bu yüzden bilen birinden yardım alayım dedim.
Felsefe hocamdan kitaptaki imgeleri açıklamasını istedim. Her okula bu tip bir hoca lazım aslında. Öğrettiği şeyi yaşayan. Çoğu arkadaşımdan duyduğum kadarıyla hocaları papağan gibi ezberletmekten başka bir şey yapmıyorlarmış. Durum böyle olunca çoğu nefret ediyor felsefe dersinden. Oysa öyle bir deniz ki felsefe, ben öğretmen olsam sürekli bir konuya girer ve muhtemelen ana dersi veremeden süreyi bitirirdim. Sürekli laf lafı açıyor ve konuyu bitirmeden o heyecan dinmiyor.
Kitaba dönersek klasik bir acemi hatası yaptığımı kabul etmek lazım. Duvar, Sartre'ın 2. kitabı. Bu tip yazarların kitaplarını sırayla okumak, onları anlamaya çalışmayı kolaylaştırıyor. O yüzden "Bulantı" adlı kitabı öncelikle okumak daha güzel bir yaklaşım.
Yazar hakkında bir kaç söz etmeden olmaz. Jean-Paul Sartre 20. yüzyılın en göz önündeki filozoflarından biri. Varoluşçu felsefenin de önemli isimlerinden. Kısaca, bireyin özünün Kutsal Kitaplarda belirtildiği gibi önceden değil, sonradan bireyin kendisi tarafından oluşturulduğu düşüncesi savunuluyor.
Sartre'ınsa felsefe dünyasında ayrı bir yeri var. Kendisi düşünce adamı olduğu kadar aynı zamanda bir eylem adamı. 2. Dünya Savaşı sırasında Direniş Hareketine katıldı. Düşündüklerini düşüncede bırakmayan vizyon sahibi bir aydın. 1964'te kendisine verilmek istenen Nobel ödülünü yapıtlarına ve politik konumuna zarar vereceği düşüncesiyle geri çevirmiştir.
26 Haziran 2009 Cuma
25 Haziran 2009 Perşembe
Say No To Racism
Ama bu blogdaki ırkçı ifadeler bir insan olarak beni çok rahatsız etti. Amerikan zencisi diye ifade ettiği 3. sınıf insan tipinin örneği olarak da tüm NBA'de saygısıyla ün salmış Tim Duncan'ı koymuş. Fotoğraftaki ifadeyi ukala bir tavır olarak tanımlamış.
En son yazıysa Şubat'ta yazılmış. Bırakmış yani anlayacağınız. Bıraksın zaten. Böyle saçma sapan düşüncelerin yer aldığı blogları okusan ne kazanırsın?
20 Haziran 2009 Cumartesi
Çivisi Çıkmış Dünya - Amin Maalouf
Öncelikle kitabın daha önceki Maalouf romanlarına benzemediğini söylemeliyim. Okuyanlar bilirler, genelde tarihi romanlar yazardı. Bu sefer yaşının ilerlemesinden mi kaynaklanıyor bilemiyorum, dünyanın gidişatına etki edecek bir kitap yazmayı denemiş. Amacı, önsöz ve arka kapakta da belirtildiği gibi dünyayı kurtarmak için çok geç kalınmadığını hatırlatmak.
Deneme türünde yazılmış bir kitap Çivisi Çıkmış Dünya. Bir alt başlık daha var. Uygarlıklarımız Tükendiğinde. Uygarlıklar işlenerek başlanmış. Doğu ve batı ülkelerinin tarihsel sürecini ayrı ayrı ayrıntılı biçimde irdelemiş. Osmanlı İmparatorluğu ve genç Türkiye Cumhuriyeti'nden de övgüyle söz ediliyor kitapta. Atatürk'ün adının geçtiği her yerde insanın içi ürperiyor, gururlanıyor atalarıyla. Yabancı bir aydının, tüm dünyada okunan bir kitabında bizden böylesine güzel bahsetmesi Türkiye'nin imajı açısından önemli.
Dünyanın gittiği bu karanlık yola dikkat çeken bir çok insan var. Neden Amin Maalouf'u okumalıyız?
Yazar her şeyden önce 2 uygarlığa da yakın bir isim. Lübnan doğumlu bir aydın. Babasının gazeteci olması kendisinin kişisel gelişiminde büyük bir etken olmuş. Sünni-Şii karışık Arap toplumunun içerisinde geçirmiş gençliğini. Daha sonra Fransa'ya göç etmiş ve şu anda orada yaşıyor. Tarihçi olması da olayların içerisindeki neden sonuç ilişkilerini güzel kavramasını sağlıyor. Yani hem etnik hem kültürel kimliğiyle Maalouf bütün bir yazar.
Geçmiş ve günümüzle ilgili yaptığı saptamalar bana gayet açıklayıcı geldi. Çözümler konusunda da bazıları gibi toz pembe bakmıyor. Yapılması gerekenlerin imkansıza yakın ama imkansız olmadığını söylüyor. Çevremize baktığımızda bizlerde geri dönülemez bir dönemece yaklaştığımızı fark edebiliyorz elbette. Maalouf, bu düğümlerin içinden çözüm önerileri üretebilmiş.
Dünya tarihi, içinde bulunduğumuz durum ve dünyanın daha iyi bir yer olabilmesi için yol haritaları arayan, aydın ve daha donanımlı bir insan olma çabasını taşıyan her insan için "Çivisi Çıkmış Dünya" biçilmiş kaftan.
15 Haziran 2009 Pazartesi
29 Mayıs 2009 Cuma
Pitbull - Move, Shake and Drop
Bu seferki de böyle bir şarkı. Sokakta bir yerde kulağıma çalındı gibi geliyor ama tam da emin değilim. Tabi her gün neredeyse bütün İstanbul'u turladığım için olası bir ihtimal. Şarkı dışında her şeyden de bahsettim...
Bası yüksek, bir dans şarkısı. Bir büyük hata ise Satisfaction'un beati arkada kullanılmış. Özgünlük yok yani. Nakarat güzel, ama fazla tekrarlanmış.
Bu aralar fazla şarkı çıkmıyor sanki piyasaya. Şarkı seçimi yapayım dedim. Şöyle yeni olsun. Bu şarkıyla kararsız kaldığım ikinci şarkı Discokralı'nda her bölüm çıkan Salim - Alo. Okuyucuyla dalga geçmek olur şimdi onu koyarsam. Tamam komik falan ama...
Bir ağırlık var üstümde sebepsiz ama, hayırlısı artık.
19 Mayıs 2009 Salı
Zar Adam'ın Peşinde - Luke Rhinehart
Zar Adam'ı okuyanlar bu kitabu gördüğü anda üzerine atlayacaktır zaten. Okumayanlara, önce ilk kitaptan başlamalarını şiddetle tavsiye ederim. Çoğu diğer romanlardan farklıdır ZarAdam. Hayatınızı değiştirmek için ipuçları sunar. Başkalarının ne dediğinin aslında "o kadar" da önemli olmadığını hatırlatır yeniden.
Bu sefer Luke'un küçük oğlu büyüyor ve kitabın isminden de anlaşılacağı gibi babasının peşine düşüyor. İlk kitap bittiğinde akla gelen yegane soru şu oluyordu. Acaba yazarın dediği gibi bu olaylar yaşandı mı? yoksa bu da bir zar kararı mıydı. Yine %100 güvenilemeyecek olsa bile kitabın kısmen doğru olduğu söyleniyor daha kitabın başında. İlk kitabın 20 yıl kadar sonrası anlatılıyor. Yine müthiş bir kurgu, sıradışı bir hikaye.
12 Mayıs 2009 Salı
Teknoloji
Şu teknolojinin gelişmesiyle ilgili...
Geçen hafta perşembe ve cuma günleri Kadıköy Anadolu Lisesi'nde düzenlenen üniversite tanıtım günlerine katıldık okulca. İlk kez düzenliyorlarmış. Gayet güzel bir okul öncelikle yapı olarak. Öğrencilerinin dediği kadarıyla eğitimi aynı kalitede değilmiş ama bu bizim meselemiz değil şu an.
Kadıköy Anadolu Lisesi'nin verdiği mezunlar arasında çok değerli insanlar var. Sonradan sütü bozuk çıkanlar da yok değil arasında. Bu tanıtım sırasında üniversite ve meslek tanıtımını yapan tüm konuşmacılar okulun eski mezunlarıydı. Sanırım bombayı sona saklamışlardı.
Geleceğin meslekleri konu başlıklı konuşmayı dinlemek için konferans salonuna doluştuk. Sunucu arkadaş, konuşmacının başarılarını sıralamaya başladı. Kız sıraladıkça salondaki heyecan yükseldi. Amca, esasında bir bilgisayar programcısı. Yapay zeka üzerinde dünya çapında çalışmaları var. NATO'ya falan yazılım satıyormuş kendisi. 50 çeşit enstruman çalabildiği kesmine falan girince heyecan doruk yaptı, hazırladığı animasyonların Star Wars, Gladiator gibi filmleri geride bırakar ödül aldığı duyulunca herkesten bir alkış koptu.
Herkes adamın konuşmasını bekliyordu. Gayet mütevazıydı. Tüm bu giriş seremonisinden utanmıştı. Başladı üzerine düşen görevi yapmaya. Meslekleri seçerken dikkatli olmamızı, gelecekte öğretmenlik, doktorluk, mimarlık hatta sanatçılık mesleklerin bile kalmayacağını söyledi. Herkes ne saçmalıyor diye düşünürken PC'yi çıkardı. PC kelime anlamıyla bu olmalı zaten. Personal computer. Amcanın kendisi dışında bilgisayarı kullanmak mümkün değil. Zaten ev ve ofisi dışında çalıştırdığınız zaman arıza çıkarıyor alet.
Neyse efendim, bir demo açıldı. Adı Compishko. Bir yapay zeka programı. Adam başladı bilgisayarla konuşmaya. Başta basit şeyler hakkında konuşuyorlardı. Arada bize dönüp açıklama yapıyordu. 82 insani duygu yüklenmiş alete. Bilgisayar birden küstü kendisiyle sürekli konuşmadığı için. 10 dakika bilgisayarın gönlünü almaya çalıştık, alet bana mısın demedi. Laf sokuyor falan. Herkes gülmekten kırıldı tabii...
Ama bir de işin arka tarafı var. Bunun üstünden 3 gün geçmişti ki televizyonda bir haber. Japonya'da yapay zekayla çalışan bir öğretmen ders vermeye başlamış. Zaten dünya nüfusu artıyor. 3 kişiden birinin işi yok. Adam bize doktor olmayın, genetikçiler bütün hastalıkların kökünü kazıyacak zaten diyor. Gitar bile çalmanıza gerek kalmayacak. Müziğin de kendi içerisinde bir matematiği var. Bilgisayara yüklüyorum, en kral müziği yapıyor bana diyor.
Saygı duydum ama, bilgisayarın nazlanmalarını duyduktan sonra, bilimkurgularda geçen insan-robot savaşlarının gerçekten yaşanabileceğine inandım. İnsanoğlu çok kötü amaçlar için kullanabilir yapay zekaları.
Benimse yine kafam karıştı. Ne olacam ben büyünce amca?
9 Mayıs 2009 Cumartesi
Flo-Rida - Right Round
8 Mayıs 2009 Cuma
NakedMan
As society and culture has evolved, our ancient ancestors, the cavemen, have found themselves relegated to a punch line. No longer thought of as the bridge from past to present, today, they're the wacky inhabitants of Bedrock, the elongated face of your car insurance, or a high school student who, upon de-thawing, attends Encino High with Pauly Shore and a hobbit.
But I say the time has come to give these Neanderthals (are they people? I'm not sure) their due. After all, they gave us the wheel. They gave us fire. And based on cave paintings found in Bulgaria over the weekend, they gave us: The Naked Man.Primitive? Yes. While modern-day man may have more sophisticated means at his disposal to seduce a woman (eg., alcohol, Barry White), let's not forget these pre-historic innovators were fearless. Not only did they live among saber-tooth tigers and dangerous wooly mammoths, but also lady cavemen who were really, really hairy. Below are the aforementioned cave paintings and a description by a legendary archaeologist who prefers to remain anonymous. Let's just say he survived a temple of doom, a last crusade, and some really stupid crystal aliens.
Step 1:
You and the woman you clubbed enjoy rotting deer carcass by torch light.
Step 2: Your woman steps out to use the little girl's cave. You take off your loin cloth.
Delighted by your boldness and unharnessed masculinity, you make the two-humped mastodon.
This works...2 out of 3 times.1 Mayıs 2009 Cuma
27 Nisan 2009 Pazartesi
The Bro Code
Critical Acclaim for "The Bro Code"
"This is the finest piece of literature ever written. Now will you give me my phone back, Barney?"
--Theodore M.
"This is by far the most disgusting, disparaging, stomach churning thing I've ever read, which means a lot if you've ever seen one of my husband's grocery lists."
--Lily A.
"You'll howl... with delight!"
--Stephen King
"Stinson uses language like a scalpel, digging though our deepest emotional tissue to expose the very core of the human psyche."
--Mike Tyson
"Finally! A book worth reading!"
--God
"Stinson beat me to it."
--J.D. Salinger
"Jefferson's out, Stinson's in!"
--Rachel M. (President - Mount Rushmore National Preservation Society)
"An entertaining beach read."
--Pope Benedict XVI
"Ewww."
--Robin S.
"Out of this world!"
--Alien (creature from another planet)
"I'm sorry what?"
--Maya Angelou
"I have a hundred words for 'snowflake' but only one word for 'The Bro Code,' - awesome!"
--Some Eskimo maybe
"This book makes me want to rethink my career."
--Mark (the dude who wrote the Gospel
22 Nisan 2009 Çarşamba
Hepimiz Dalanız Hepimizi Alınız=)
Ergenekon'la beraber bizim okul da ünlü oldu. Malumunuz sitenizin yazarları İSTEK Vakfı öğrencileri. Vakfa yapılan "birinci dalga"da da bizzat olay yerindeydim. Hani şu genel müdürlük ve üniversite baskınlarında. Sabah 08:00'da okula genel polis memurları öğretmen ve öğrenciler dahil herkesin okula giriş-çıkışını yasakladı. Başka İSTEK okuluna gidip Acıbadem yatakhanesinde kalanlarında okuldan çıkması yasaklandı yani.
Sonrasında vakıf binasında arama yapılmış ve tonla belge, hard disk vs. götürülmüş. Polis ağabeylerimiz ne olur ne olmaz diye bizim okulu da bir ziyaret ettiler. Ergenekon belgeleri öğrencilerin ders kitaplarının arasında mı diye dolaplarımızı kontrol ettiler. Müdür yardımcılarının dolaplarını incelediler.
En sonunda silah var mı diye üstümüzü aramalarını bekliyordum ama o kadar saçmalamadılar.
Ama bu kadar saçmalamışlar. 2 gün önce Beykoz'daki vakıf arazisinde bir ordoyı donatacak cephane ele geçirilmiş. Silahların yer altında bozulmuş olması gerektiğinden falan bahsetmeyeceğim. Biraz aklı olan bunu anlar zaten. Ben olayın fiziksel yönden değil, hukuki yönden imkansızlığına değineceğim.
Bu arazi İSTEK Vakfı tarafından 14 sene önce yaz okulu yapılması amacıyla alınmış. İddia edildiği gibi, Dalan'ın belediye başkanlığı sırasında ucuza kapatılan bir yer de değil. O tarihlerde alınan bir yer değil çünkü. Alındıktan bir sene sonra SAT Komandoları arazinin yanındaki toprağı satın alarak üs kurmuş ve bölgeye giriş çıkış denetim altına alınmış. Toprak sahibi olmasına rağmen Dalan'ın bile oraya izinsiz giriş hakkı yok.
İşin tuhafı arazi hakkında iki dava var. Davanın hakimleri bile inceleme yapmak için izin almak durumundalar. Devletin açtığı bu davalar sonucunda izin kağıdıyla bu araziye giren son kişiler de yine devletin adamları.
Varın siz getirin devamını...
20 Nisan 2009 Pazartesi
Yaz, Okunsun...
Sanırım bu siteye 30 kadar köşe yazısı yazdım geride kalan 3 yılda 20.000'i aşkın kez tıklandı yazılarım. Böylece sevdim yazmayı. Okundukça, bırakmadım işin peşini ve işte bugün buradayız. Kendi blogumuzda, kendi ayaklarımızın üstünde durmaya çalışıyoruz. Basit ve amatörce yapıyoruz ama azmimiz çoğu profesyonel yazardan fazla. Onlar çim sahada, tüm Türkiye'nin karşısında, milyon dolarlar götürürken, biz toprak sahada, belki haftada 100 kişiye ulaşabiliriz diye çırpınıyoruz.
Ama işin zevki de işte burada değil mi? İşe çekirdekten başlamak. Bir yerlere geleceksek, hakkıyla, alın teriyle gelmek. Kendi dizüstü bilgisayarımızda, kendi kotalı internet düzenimizle, yine kendi çapımızda bir şeyler başarmak. Bilinçli bir okurun kafasına sadece bir soru işareti koyabilmek.
Çünkü, bir insan değişir, dünya değişir...
18 Nisan 2009 Cumartesi
Edgar Sawtelle'nin Öyküsü - David Wroblewski
Sanırım King ve Wroblewski arasında yakın bir arkadaşlık söz konusu. Pegasus yayınevinden basılan 568 sayfalık kitapta nefeslerin kesileceği, yeni kitap okutmayacak kadar muhteşem bir şey yoktu.
İlk 150 sayfa bir olay olsun diye bekledikten sonra, katili belli bir cinayetin açıpa kavuşturulmasını bekliyorsunuz. Bu adam hiç mi Agatha Christie okumamış acaba? Regina'yı kıskandım doğrusu. 10 Küçük Zenci'yi ilkokul 7. sınıfta okumuştum sanırım. Her saniyesi heyecan doluydu. Toplasan sayfa olarak bu kitabın onda biri etse bile doyuruculuğu bunun on katıydı.
Polisiye roman da bu demek zaten. Her sayfası soluksuz geçen bir zaman dilimi. Olayın geçtiği mekandaki herşeyin ince detayına kadar betimlenmesi zorunlu olan bir kitap değil. Nerde ne var anlatılırken akıcılık kayboluyor. Oysa "Empati"de o denge nasıl da güzel kurulmuştu.
Normalde kitapları tavsiye üzerine okurum ancak bu kitabı rafta beğenip almıştım. Bir daha böyle bir şey yapmamam gerektiğini öğrenmiş oldum. Madem o kadar sıkıldın, niye bitirdin diye soranlara, rica ediyorum ki sormasınlar.
İlk defa bir kitap hakkında olumsuz eleştiri yapıyorum. Bunu yapmak bile hoşuma gitmedi ama başkaları da faydalı kitaplar okusun diye bunu da yapmam lazım. Etiketlerdeki "Kitap Yorumu" bölümünden okuduğumuz bazı kitaplar içerisinden bir seçim yapabilirsiniz...
11 Nisan 2009 Cumartesi
Dream Theatre - As I Am
Bu hafta biraz daha ağır bir seçimim var. Progressive rock türünün en başarılı temsilcilerinden Dream Theatre - As I Am. Ben rock'tan anlamam. Tanımam bilmem. Burada hoşlanıklarımı paylaşırım. Haberi olmayıpta merak eden bakan, sever belki diye. İnsanların hayatına renk katmak amaç. Bu haftaki renk biraz siyaha yakın.
Canlı performansıyla Dream Theatre - As I Am
6 Nisan 2009 Pazartesi
Halter - Güreş
Şu sıralar Romanya'nın Bükreş'inde ve Litvanya'nın Vilnus'unda devam eden iki Avrupa Şampiyonası var. Bizim spor basınımız pek ilgilenmez böyle haberlerle ama biz esgeçmeyelim, başarılı sporcularımıza yer verelim.
Bükreş'teki halter oyunlarıyla başlayalım. Türkiye'nin ilk kadın olimpiyat şampiyonu Nurcan Taylan silkme, koparma ve toplamda rakiplerine fark atarak 3 altın birden kazandı.
Erkeklerde ki madalya umudumuz Sedat Artuç ise koparmada ikinci, silkmede dördüncü ve toplamda dördüncü olarak ülkemize 1 gümüş madalya getirdi.
Güreşteyse grekoromen stil de tüm güreşçilerimiz dereceye giremeden elendi. Serbestteyse, Fırat Binici ve Serhat Balcı'yla güldük. Binici gümüş, Balcı bronz kazandı.
Başarılı olduğumuz bu sporlara karşı medyamızın daha özenli olması lazım. Elin Finlandiya'lısı yapabildiği tüm kayak sporlarını teşvik edip, televizyonlarında reklamını yaparken, biz ata sporumuz güreşi olimpiyattan olimpiyata hatırlıyoruz. Halbuki Avrupa ve Dünya şampiyonaları da en az olimpiyatlar kadar önemli. İş güreş veya halter olunca Dünya Şampiyonu olmak kolay gibi gözüküyor.
Vereceksin 150 kiloyu gazetenin genel yayın yönetmenine, taşısın bakalım nasılmış rekor kırmak...
5 Nisan 2009 Pazar
21st Century Breakdown
Yeni albümün tanıtım videosu için buraya.
4 Nisan 2009 Cumartesi
3 Nisan 2009 Cuma
Şahsıma Münasır
Bu blogda bazen kendimle ilgili mevzuulardan bashederim. Bunlar beni ilgilendirmez kardeşim, bana ne senin hayatından derseniz, bu o tip yazılardan olacak. Boşuna okumayla vakit kaybetmeyin. Ama yazarak ve yazdıklarını paylaşarak rahatlayan bir genç insan olarak kendi blogumda da yazamazsam çatlarım herhalde.
Herşey kardeşim gibi sevdiğim arkadaşımın yatakhaneden ayrılmasıyla başladı belki. Kolay değil. 3.5 sene boyunca aynı yemeği yiyip, aynı saatte uyuduk. Metabolizmamız birbirine benzemeye başladı. 24 saatimiz beraber geçerdi. O gittikten sonra ilk defa kahvaltılarda ve akşam yemeklerinde çeşitli sebeplerden dolayı yalnız yemeye başladım. İnsanın 70 kişilik bir evde birden tek başına yemek yemeye başlaması gücüne gidiyor.
Zaman geçer alışırım dedim. Görünürde alıştım da bu yeni duruma. Ama pek olmadı sanki. Eskisi kadar yakın olmayınca, herşey aynı olmuyor belkide. Okul zamanı her şey iyi olsa da, yine bazı özel sebeplerden dolayı okul sonrası aynı paylaşım olmuyor.
Beni koca bir yazı yazmaya iten sadece bu mu? Elbette hayır. Üniversite sınavının baskısını yavaştan üzerimde hissetmeye başladım. Belki bu zamanlar için "yavaştan hissetme" deyimi az geliyor. Neredeyse 1 sene kala, iyi bir yer kazanmak isteyen biri çoktan bu baskıyı omuzlamış olması gerekirdi. Bu düşünceler bile insanın kafasını yoruyor zaten. Bir de ev-dershane-yatakhane arası mekik dokuma sırasında oluşan fiziksel yorgunluk, bütün bu mental yorgunluğun üzerine geliyor.
Bütün bunlar olur da kızsal mevzular olmaz mı? Ufak tefek anlaşmazlıklar dışında büyük bir sorun yok. Daha çok ailesel bazda sorun yaşıyoruz ikimizde. İyi ki "O" var. Yoksa katlanmak kesinlikle daha zor olurdu.
Ve gelelim bu hafta sonunun en civcivli mevzuuna. Veli toplantısı... Öğrencilik hayatım boyunca hep vasatın üstünde bir performans sergilediğimden kelli, veli toplantılarının öncesinde hiç sıkıntı yaşamamıştım. Hatta çoğuna hocalarla muhabbet etmek için ben de katıldım. Ancak bu sefer iş sakata gidiyor. İlk sınavlar geride kalırken din dahil hiçbir dersten 85'i göremedim. Bu durumla da ilk defa karşılaşıyorum.
Aslında burada sıkıntı benden kaynaklanmıyor. Ebeveyni iyi notlara alıştırınca, orta halli notlara burun kıvırmaya başlıyorlar hemen. Neden böyle oldu? Kız yüzünden derslerin bozuldu vs.
Sonuç, yarın kısmi olarak sıkıntılarımın geçeceği gün. Yarını kazasız belasız atlatırsak, üstümden büyük bir yük kalkacak...
30 Mart 2009 Pazartesi
Zero 7 - Somersault
Yine arkada rahatlatıcı bir gitar sesi ve eşsiz bir kadın vokal. Sakin bir ortamda vakit geçirirken fonda sürekli dönebilecek, kaç kez bitip yeniden başladığını bile anlayamayacağınız, mükemmel bir şarkı. Grup olarak hep bu tarz müzik yapıyorlar zaten. Mart ayı içeriseinde ülkemize gelip bir de konser verdiler ancak canlı performansları beklenilen kadar güzel olmamış. Ancak yine de uyku kaçtıysa, gece geç saatte herkese hitap edebilecek yumuşaklıkta bir müzik.
İsmine kanıp da takla attıracak hareketlilikte bir şey beklemeyin...
Yerel Seçimler 2009
AKP CHP MHP DSP DTP BBP BAĞIMSIZ
Son gülen iyi gülen taraf mı oldu? Belediye başkanları açısından öyle. Ancak başbakan yaptığı konuşmada istediği yerlerin alınamaması nedeniyle beklediğini alamamış gözüktü. Özellikle Antalya'nın kaybedilmesi, buraya onca yatırım yapan hükumeti üzmüş.
İstanbul'da açıklamalar savaşının galibi AKP oldu. CHP'den 4 ilçeye itiraz gelse de (Beylikdüzü, Beyoğlu, Tuzla, Çekmeköy) sonuç değişmeyecektir. NTV'de Mehmet Barlas, Kılıçdaroğlu'nun yarattığı rüzgarın seçimle birlikte biteceğini ve Kılıçdaroğlu'nun geri çekileceğini düşündüğünü söyledi. Bence durum tam tersi. Ben CHP'nin İstanbul'da bu denli oy alabileceğini düşünmüyordum. Asıl olarak bu seçimler gösterdi ki, Deniz Baykal'ın koltuğundaki yapıştırıcı çözüldüğü zaman o koltuğa oturması gereken isim Kemal Kılıçdaroğlu'dur.
Ankara'da Melih Gökçek 3. dönemdir göreve seçildi. Ancak oy oranlarında ciddi düşüş var. Bunun sebebi CHP ve MHP'nin oy oranlarındaki %20'ye varan artış. Çoğu uzmana göre Karayalçın'nın genel başkanlıkla belediye başkanlığı arasında gidip gelmesi sonucu seçimi kaybettiği yönünde. Bu boşluktan faydalanan MHP'li Mansur Yavaş, AKP'ye ikinci bir alternatif olarak ortaya çıktı ve %27'ye kadar yükseldi. Melih Gökçek AKP faktörüyle ipi göğüsledi.
Melih Gökçek, İzmir seçimlerine de etki yapmıştı. Ankara'nın su sorunuyla uğraşırken gözleri İzmir'e çevirince, Aziz Kocaoğlu prim yaptı. Geçen seçimlerde kazanan Ahmet Priştina'nın vefatıyla göreve gelen Kocaoğlu, gerek Gökçek'le girdiği söz düellolarında gerek yerel kanallarda katıldığı münazaralarda İzmir halkının desteğini almış gözüküyor. CHP'nin İzmir'deki başarısı ilçe belediyelerinde de kendisini gösteriyor. Tek bir ilçe hariç hepsi CHP'yi seçti.
Üç büyükşehirde seçim durumları böyleydi. Genel duruma bakarsak, oyların etnik, dini ve sosyoekonomik kriterlerle verilmiş durumda. İç ve Doğu Anadolu neredeyse tamamen AKP'nin, Akdeniz ve Ege kıyışeridinin tamamı CHP'nin oldu. Güneydoğu'da Kürt kökenli vatandaşların seçimi tahmin edileceği gibi DTP'den yana oldu. MHP'yse Güneydoğu, Ege ve Karadeniz gibi farklı bölgelerden farklı belediyeler elde ederek başarılı bir sonuç aldı.
Seçimin en kazançlı partilerinden biri de Saadet Partisi. AKP'nin ısrarla kendilerini merkez sağ parti olarak tanımlaması sonucu milli görüş fikrinin tek temsilcisi olarak kalan SP, seçimin en çok oy alan 5. partisi oldu.
Seçim yasaklarının sona erdiği andan itibaren yaptığımız yayın böylece son buluyor. Bir dahaki seçimde yine en erken ve en doğru sonucu leocorona'da bulacaksınız...
Seçimlerin hayırlı olması dileğiyle...
29 Mart 2009 Pazar
İstanbul Kimin?
Hakemler sonuçları tek tek anons anons edecek, aradaki farklar birbirinden çıkartılacak ve BAM!
Kazandıklarına olan inançları tam olan CHP tarafı mı, yoksa sonuçları tedirgin bir sessizlikle izleyen AKP mi kazanacak?
Yarın bambaşka bir Türkiye'ye uyanabiliriz...
Sonuçlar
Ankara'da Gökçek tahmin edildiği gibi önde. CHP ve MHP'nin oyları eşit gibi. Oylar bölünmüş durumda. Gökçek %37.7 Karayalçın % 32.4
Kesin Sonuçlar:
AKP: Trabzon, Burdur, Ağrı, Bayburt, Kars, Erzincan, Amasya, Bitlis, Elazığ, Kayseri, Kütahya, Kahramanmaraş, Nevşehir, Tokat, Aksaray, Karaman, Bartın, Ardahan, Çankırı, Kırıkkale, Kırşehir, Malatya, Niğde, Rize, Yozgat
CHP: İzmir, Sinop, Edirne, Giresun, Kırklareli, Muğla, Tekirdağ, Artvin, Çanakkale, Tekirdağ, Zonguldak,
MHP: Kastamonu, Bartın, Isparta, Osmaniye
DSP: Ordu, Eskişehir
DTP: Diyarbakır, Hakkari, Batman, Siirt, Tunceli
DP: Yalova
BBP: Sivas
23 Mart 2009 Pazartesi
Watchmen
Aslında 12 sayılık bir çizgi roman olan Watchmen'in , sinemaya uyarlaması. Maskeleri ve kostümleriyle bu altı süper kahramanlar adaleti sağlamaya çalışırlar. Alışıla geldik süper kahramanlardan farklı olarak bu süper kahramanlar halkın içinde dolaşırlar.
Amerika ve Sovyetler Birliği arasındaki nükleer savaşı engellemeye çalışırlar. Savaşın bitmesiyle dağılan süper kahramanlar artık halktandır ve işlerini bırakmışlardır. Bir süre sonra içlerinden birinin(Komedyen) öldürülmesiyle zamanla tekrar toplanırlar ve bu işi araştırmaya başlarlar. Böylece grup tekrar birleşir ve macera yeniden başlar. Sonun tam bir süpriz olduğu film çok güzel.
Tavsiye ederim.
22 Mart 2009 Pazar
Slumdog Millionaire (Milyoner)
Jamal Malik Mumbai, kahramanımız olan Malik gecekonduda yaşar ve yetimdir. Buna rağmen milyoner olmaya çok yaklasmıştır. Buna izin vermek istemeyen program yapımcıları, bunun nasıl olabileceğini araştırmaya başladılar. İşin ilginç ise Malik'in başından geçen olayların sorularla paralel olması. Büyük bir şans veya kader olabilir. Zaten asıl soruda bu. Filmin sonunda bu soruya siz cevap vericeksiniz.
Hint filmi olmasından dolayı tepkiler alan film aslında çok güzel. Farklı bir senaryosu var. Senaryo farklı görünsede çoğu filmlerde olduğu gibi asıl konu aşk.
Herkese tavsiye ederim bence seyredilmesi gereken bir film.