blog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
blog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Haziran 2009 Perşembe

Say No To Racism

Ali Okancı'nın blogu pennearabiata'da dolaşıyordum. Kenardaki bloglara takıldı gözüm. Rastgele birine bir tık attım. Aşağıdaki postlardan biri beni şok etti. Amerikan zencisi vs. Afrika zencisi postun adı. Amerika'da bu kelimeyi kullanmak hapis cezasına varan cezalar getirir. Ama ülkemizde zenci kelimesi siyahi insanların aşağılanması yolunda kullanılan özel bir kelime değil. Zaten Türk insanı yapısı gereği ırkçı değildir. Siyahiler aşağılanan değil ama farklılıklarından dolayı ilgi çeken insanlardır.
Ama bu blogdaki ırkçı ifadeler bir insan olarak beni çok rahatsız etti. Amerikan zencisi diye ifade ettiği 3. sınıf insan tipinin örneği olarak da tüm NBA'de saygısıyla ün salmış Tim Duncan'ı koymuş. Fotoğraftaki ifadeyi ukala bir tavır olarak tanımlamış.

En son yazıysa Şubat'ta yazılmış. Bırakmış yani anlayacağınız. Bıraksın zaten. Böyle saçma sapan düşüncelerin yer aldığı blogları okusan ne kazanırsın?

22 Nisan 2009 Çarşamba

23 Nisan

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı "Türkiye'li" Olan Herkese Kutlu Olsun!

20 Nisan 2009 Pazartesi

Yaz, Okunsun...

Yazarlığımın 3. senesine yine bir playoff yazısıyla giriyorum.

Sanırım bu siteye 30 kadar köşe yazısı yazdım geride kalan 3 yılda 20.000'i aşkın kez tıklandı yazılarım. Böylece sevdim yazmayı. Okundukça, bırakmadım işin peşini ve işte bugün buradayız. Kendi blogumuzda, kendi ayaklarımızın üstünde durmaya çalışıyoruz. Basit ve amatörce yapıyoruz ama azmimiz çoğu profesyonel yazardan fazla. Onlar çim sahada, tüm Türkiye'nin karşısında, milyon dolarlar götürürken, biz toprak sahada, belki haftada 100 kişiye ulaşabiliriz diye çırpınıyoruz.

Ama işin zevki de işte burada değil mi? İşe çekirdekten başlamak. Bir yerlere geleceksek, hakkıyla, alın teriyle gelmek. Kendi dizüstü bilgisayarımızda, kendi kotalı internet düzenimizle, yine kendi çapımızda bir şeyler başarmak. Bilinçli bir okurun kafasına sadece bir soru işareti koyabilmek.

Çünkü, bir insan değişir, dünya değişir...

3 Nisan 2009 Cuma

Şahsıma Münasır

Moral motivasyon yerlerde geziyor bir kaç haftadır. Takip edemedim, belki 1 aydan fazla oldu.

Bu blogda bazen kendimle ilgili mevzuulardan bashederim. Bunlar beni ilgilendirmez kardeşim, bana ne senin hayatından derseniz, bu o tip yazılardan olacak. Boşuna okumayla vakit kaybetmeyin. Ama yazarak ve yazdıklarını paylaşarak rahatlayan bir genç insan olarak kendi blogumda da yazamazsam çatlarım herhalde.

Herşey kardeşim gibi sevdiğim arkadaşımın yatakhaneden ayrılmasıyla başladı belki. Kolay değil. 3.5 sene boyunca aynı yemeği yiyip, aynı saatte uyuduk. Metabolizmamız birbirine benzemeye başladı. 24 saatimiz beraber geçerdi. O gittikten sonra ilk defa kahvaltılarda ve akşam yemeklerinde çeşitli sebeplerden dolayı yalnız yemeye başladım. İnsanın 70 kişilik bir evde birden tek başına yemek yemeye başlaması gücüne gidiyor.

Zaman geçer alışırım dedim. Görünürde alıştım da bu yeni duruma. Ama pek olmadı sanki. Eskisi kadar yakın olmayınca, herşey aynı olmuyor belkide. Okul zamanı her şey iyi olsa da, yine bazı özel sebeplerden dolayı okul sonrası aynı paylaşım olmuyor.

Beni koca bir yazı yazmaya iten sadece bu mu? Elbette hayır. Üniversite sınavının baskısını yavaştan üzerimde hissetmeye başladım. Belki bu zamanlar için "yavaştan hissetme" deyimi az geliyor. Neredeyse 1 sene kala, iyi bir yer kazanmak isteyen biri çoktan bu baskıyı omuzlamış olması gerekirdi. Bu düşünceler bile insanın kafasını yoruyor zaten. Bir de ev-dershane-yatakhane arası mekik dokuma sırasında oluşan fiziksel yorgunluk, bütün bu mental yorgunluğun üzerine geliyor.

Bütün bunlar olur da kızsal mevzular olmaz mı? Ufak tefek anlaşmazlıklar dışında büyük bir sorun yok. Daha çok ailesel bazda sorun yaşıyoruz ikimizde. İyi ki "O" var. Yoksa katlanmak kesinlikle daha zor olurdu.

Ve gelelim bu hafta sonunun en civcivli mevzuuna. Veli toplantısı... Öğrencilik hayatım boyunca hep vasatın üstünde bir performans sergilediğimden kelli, veli toplantılarının öncesinde hiç sıkıntı yaşamamıştım. Hatta çoğuna hocalarla muhabbet etmek için ben de katıldım. Ancak bu sefer iş sakata gidiyor. İlk sınavlar geride kalırken din dahil hiçbir dersten 85'i göremedim. Bu durumla da ilk defa karşılaşıyorum.

Aslında burada sıkıntı benden kaynaklanmıyor. Ebeveyni iyi notlara alıştırınca, orta halli notlara burun kıvırmaya başlıyorlar hemen. Neden böyle oldu? Kız yüzünden derslerin bozuldu vs.

Sonuç, yarın kısmi olarak sıkıntılarımın geçeceği gün. Yarını kazasız belasız atlatırsak, üstümden büyük bir yük kalkacak...

13 Şubat 2009 Cuma

Kısa Ara

Yarıyıl tatilinde her gün birkaç bir şey yazacak imkanım olmuştu. Ancak okulların açılmasıyla yine ara vermek zorunda kaldık. Corona'ysa teknik sorunlarla uğraşıyor. Uğraşmasa yazar mıydı? Meçhul. Neyse efendim bu açığı yine hafta sonu kapatmaya çalışacağım.

Malzeme çok nasılsa...

29 Ocak 2009 Perşembe

Nasıl Başladım?

Yazı yazma serüvenim lise yıllarımın başında başladı. İlk ve ortaöğretim zamanlarımda Türkçe sınavı kompozisyonlarından öte bir şey yazmıyordum. İlk köşe yazımı 2006 Playoff'larının başında boş bir derste yazmıştım. Açık konuşmak gerekirse nbatr.com'a bir arkadaşımın yardımıyla yazmaya başlamıştım. Internet aleminde bile bir yere girmek için referans(torpil) gerekiyor yani. Bunu genç yaşta öğrenmem iyi oldu. Sonrasında değişik sitelerde değişik görevler üstlendim. Tek kuruş para almadan/istemeden sadece yazı yazma tutkusuyla yaptım bu işleri.

Haber editörlüğü yaptım, yabancı kaynaklardan sayfalarca yazı çevirdim, sürüsüyle eleştiri yazısı yazdım. Bu kadar işi hiçbir kârım olmadan yaptım. "Vay enayi!" diyenleri duyar gibiyim. Açıkçası gibisi fazla. Çok duydum başkalarından. Ancak gerçekten parayla satın alınamayacak artılar elde ettim bu işlerden.

Öncelikle çok iyi arkadaşlıklar kazandım. Site-ül lappap'ın değerli yazarları Hilmi ve Hüseyin'le bu sayede tanıştım mesela. İzmir'den Ankara'ya, Çorum'a, Adana'ya vs. illerden okurlarım oldu. Hala bir çoğuyla MSN vasıtasıyla NBA muhabbeti yapıyoruz. Dengesiz insanlarla karşılaşmadım mı? Sanal alem burası, olmaz olur mu? Bir sürü abuk insanla da tanıştım. Yüzyüze olmamanın güveniyle saçmalayan çocuklar... Ama onlarla bile uğraşmak eğlenceliydi bir yerde.

Daha sonra okuldan 3 arkadaş bir internet sitesi kurduk. Ortaklardan biri Corona, diğeriyse nbatr.com'da yer bulmamı sağlayan arkadaştı. Site kurmanın zorluğunu ilk defa burada gördüm. Ayrı bir meslekmiş site kurmak. Sürekli bir uğraşı istiyormuş. Sıradan olmamak, daha iyi olmak için fedakarlık yapmak gerekiyormuş. Kendi namıma üzerime düşeni yapmıştım. Ama hem site hem forumu tek başına ayakta tutmak, okul devam ederken imkansız. Bir zaman sonra bu oluşum başarısız oldu. Bana da geriye şimdiki mail adresim kaldı.

Bu sıralarda edebiyata da yöneldim. Pek çok şiir yazdım. Çokça da kitap okudum. Şüphesiz okuduğum kitapların yazdıklarımda önemli etkileri olmuştur. Sözcük dağarcığımın gelişmesinde büyük katkı sağladı o eserler. Ama hala biliyorum ki bazen çok uzun ve takip edilmesi zor cümleler yazıyorum. Bunu da üslup olarak adlandırıp çıkalım işin içinden.

Sonra blog meselesi çıktı. İlk başta belkide yeryüzündeki tek kişiye özel blogu kurdum. Gereksiz bir çabadan ibaretti. Bir defteri kapatıp yenisini açmak zor oldu ama kısa bir sürede toparladım kendimi. Herşey artık eskisinden daha güzel. Bunun içinse tek bir kişiye teşekkür borçluyum ve bir de özür.

Yeni blogumla dünyanın her yerinden misafirlere açığız. Ayrıca uzun zaman sonra yeniden gerçek şiirler yazabiliyorum artık. Belki bazılarını burada paylaşabilirim. Ama hala utangacım biraz bu konularda.


Bu aralar biraz daha kuralcı yaklaşıyorum. Eskiden serbest ölçüde yazdıklarımın yerini şimdi hece ölçülü, uyak şemalı şiirler alıyor. Bittikten sonra içime sinmişse değme keyfime! Ölçülü şiirin görüntüsü bile ayrı hoş. Harcanan emek, insanın eseriyle gurur duymasını sağlıyor. Aynı şey bu blog için de geçerli. Gün geçtikçe artan arşivdeki yazı sayısı ve ziyaretçi adedi insana bu işe devam etme şevki veriyor.

Bir de yazma özgürlüğü var tabiki. Dilediğim her konuda, dilediğim üslüpla dilediğim şekilde yazma imkanı veriyor blog oluşumu. Yaptığım yazım hataları da benim hatalarım, gediğine koyduğum(koyabildiysek) taşlar da benim taşlarım.

Sonuçta blogun 3. ayına girmek üzereyiz. Burada bazı meselelerin bir köşesinden tutup nacizane konuşuyoruz. Kimiz peki? En azından yazmaya nasıl başladık, nasıl devam ediyoruz onu anlatalım istedim. Yaşamımın bir bölümünden bir kesit.

Ben yazarken eğlendim, umarım siz okurken aynı keyfi almışsınızdır.

24 Ocak 2009 Cumartesi

Taraftar Sosyal Anketi

Politikacılar, gazeteciler, televizyon programcıları, eski hakemler ve yöneticiler, hatta şarkıcılar ve müzik yapımcıları, kendilerini aydın olarak adlandıranlar, akademisyenler, kulüp başkanları, hatta kimi zaman takım oyuncuları ve es geçtiklerimiz. Çoğu hayatında maça gitmemiş, gidenleri de şeref ve basın tribününe giden, yani aslında hiçbir zaman "içeriden" olmayan, ama içeriyi adı gibi bilen kişiler yukarıdakiler.

...

Ciddi amaçlarla yola çıkılmış bir hareket. Arkasında önemli insanlar var. Katılımınızı bekliyorlar, bize de tanıtmak düşüyor.

taraftarsosyalanketi.blogspot.com

10 Ocak 2009 Cumartesi

1 Ocak 2009 Perşembe

LeoCorona


Yeni yılla beraber emekleyen blogumuzun 2. ayını doldurduk. Daha yolun başındayız. Elbette hatalarımız ve eksiklerimiz var. Düzeltmemizi istediğiniz eksiklerimizi bu posta yorum olarak yazarsanız sevinir ve düzeltiriz.

Hepinize tekrar iyi seneler...

1 Kasım 2008 Cumartesi

Ready, set, go!


Öncelikle hoşgeldiniz...

Takip ettiğim ve daha önce başarısız bir deneyim yaşadığım blog dünyasına geri döndüm. Slogan olarak da Descartes'ın ünlü sözünü misyon edindim.
Spor, müzik, sanat, yaşam ve güncel haberlerden bir derme yapmak amacım.

Katılımlarınızı bekliyorum ve asıl konuya geçiyorum...

İyi eğlenceler