6 Aralık 2008 Cumartesi
Çin Günlüğü - 1
Hem gördüklerimi paylaşmak hem de ileride daha rahat hatırlamak adına Çin gezisi sırasında önemli notları buraya yazacağım.
Atatürk Havaalanı'ndan TK 70 sefer sayılı uçakla Hong Kong'a doğru yola çıktık. Bütün günün yorgunluğu öylesine üstüme çökmüştü ki, heyecanla beklediğim kalkış anını uyuyarak kaçırdım. O sırada form falan doldurmuşum, haberim bile yok.
10.000 metre de kendimden geçmiş bir halde seyrederken önümdeki doğu şiveli bir arkadaşın gürültüsüyle uyandım. 2 çeşit akşam yemeği çıkıyormuş. Köfte ve makarna. Köftenin kalmadığına bu kadar mı sinirlenir bir insan? Uykum kaçtı anlayacağınız. Bu gibi durumlara daha önceden hazırlıklı olduğumdan kelli yanımda bulundurduğum ve daha sonra sizlere yorumunu da yapacağım kitabımı okumaya başladım. Sıkılınca müzik dinledim ve 9 saat 45 dakika böylece geçti gitti.
Hong Kong görüntüsüyle de adıyla da King Kong'u andırıyor bana göre. Daha havaalanından belli şehrin nasıl olduğu. Gelişmişlik ve metropollüğün dibine vurmuş Çin'li. Uçaktan biraz yürüdükten sonra metroyla pasaport kontrolüne geçiliyor. Fazla bekletilmeden gümrükten geçip bavulunuzu alıyorsunuz. Yaşanan tek aksaklık Çinli'lerin İngilizce aksanları. Çince mi konuşuyorlar, İngilizce mi, bazen anlamak mümkün değil.
Havaalanından sonra özel küçük minibüslerle Hong Kong'dan Çin'e geçmek için yola çıktık. Kilometreler uzunluğunda köprüler ve tüneller var. Bizim Boğaz köprüleriyle ve en uzun tünelimiz Bolu tüneliyle karşılaştırmak bile istemiyorum bu yapıları. Hem estetiki manada hem de mühendislikleriyle şaheser nitelikte yapılardı bunlar. Anadolu'dan İstanbul'a gelip hayran kalan insanlar gibi hissediyorum kendimi. Köprüde viraj ve yokuş gibi şeylerin olduğunu ilk defa gördüm. Takdir ettim sanki çok ihtiyaçları varmış gibi...
Eskiden İngiliz kontrolü altında olan Hong Kong'un şu sıralar Çin egemenliğine geçtiğini biliyordum. Bu yüzden iki devlet arasındaki gümrük uygulamaları garibime gitti. Ancak yine Avrupa'da olanın tersine fazla bekletilmeden Çin'e girdik. Sınır kentinin adı Shenzen. Yüksek binalara rağmen Hong Kong ve Çin arasındaki ekonomik fark binaların ihtişamından belli oluyor. Buradan otobüsle asıl kalacağımız yer olan Guangzhou'ya doğru yola çıktık. 2 saatlik yolculuk sırasında yine uyuyakalmışım. Gözümü açtığımda ışıltılı bir şehre bakıyordum. 17 milyonluk nüfusuyla İstanbul'a çok benziyor. Ancak aradaki en büyük fark planlı kentleşme. Şehrin başından sonuna kadar uzanan upuzun ve dümdüz bir yol var. Bu anacaddeden istediğiniz yere doğru yollar uzanıyor. Bilimkurgu filmlerinde gördüğümüz üst üste geçen 5 ([edit.] 4'müş)katlı yollar var.
Hava karardıkça binaların ve dükkan tabelalarının üzerindeki kırmızı ağırlıklı ışıklandırmalar dikkat çekiyor. Çince yazıların bazılarının yanında latin alfabesiyle de yazılan ibareler var. Ancak çoğu zaman okuma yazma bilmeyen bir çocuk gibi hissediyorsunuz kendinizi. 2 tabela arasındaki harfleri birbirine benzeterek bir anlam çıkarmaya çalışmak çok boş bir çaba oluyor.
Çin denilince akla gelen ilk bir kaç şeyden biridir yemek. Çin mutfağı da 4 ünlü mutfaktan biridir. Burada Türk lokantaları olmasına rağmen Çin yemeklerini yerinde denemek istiyorum. Denedikçe de burada paylaşacağım elbette.
İlk gün böylece başlamadan bitti. Başlamadan diyorum çünkü 24 saattir güneşi tam anlamıyla gördüğümü söyleyemem. Adamakıllı yediğim ilk akşam yemeğindeyse dişimdeki tellerden biri yerinden çıktı. Kendi başıma düzeltemeyeceğim bir sorun maalesef. Kendimi Çinli hekimlere emanet edeceğim anlaşılan.
Bunu da akapunkturla tedavi etsinler de görelim bakalım Çin'in ilmini!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
abi dikkat et, çin yemeği filan iğrençtir, ishal olursun.
Yorum Gönder