9 Aralık 2008 Salı

Çin Günlüğü - 4


Bir takım teknik aksaklıklar nedeniyle yazıyı yazmama rağmen gününde yayınlayamıyorum. Bu nedenle özür dilerim. Burada her geçen gün farklı şeyler görebilmek gezinin faydası açısından çok önemli.



Geldiğimiz ilk gün açlıktan yemeklere fazla yumulmuştum. Fazla heyecan yaptım herhalde ki alttaki telimin 2 lastiği attı. Yemek de zehir oldu. Telle yaşamak zor, Çin’de damak tadına uygun yemek bulmak zor, bide üzerine böyle aksaklıklar çıkınca zaten karamsar olan kişiliğim ortaya çıkmaya başlıyordu. Bugün dişçiye gittik. Dişçi bile akıcı bir şekilde İngilizce konuşamıyordu ama en azından derdimi anladı, dinledi.



Kendi dişçimle buradaki arasında karşılaştırma imkanı buldum. Adam işini çok titiz bir şekilde yaptı. Canımı yakmamak için o kadar uğraştı ki, benim o aletlerle kendi başıma 5 dakikada yapabileceğim işi 15 dakikada bitirdi. Temiz yaptı ama Allah için.



Çıkışta tutsun diye valideye verdiğim kitabımı dişçide unuttuk. Bu yüzden kitap yorumu kitaba tekrar ulaşana dek bekleyecek. Bu da özür 2.



Bize değişik gelen bazı şeylerden devam edelim. Özellikle yaşlılarda görünen absürd bir durum var. Amcada sakal çıkmıyor. Köse yani. Ancak yanaktaki tek bir noktadan 3-4 tane sakal çıkmış. Amcada uzatmış da uzatmış bunları. Kutsal sayılıyormuş sanırım. Yanağında çiçek açmış gibi dolaşıyorlar. İlginç…



İlginç olan bir başka şey de (başka ülkelerdeki insanlara garip gelir bu da merak konusu) meyvelerde hormon yok! Mandalinalar 2 fındık büyüklüğünde ve şeker gibi. Aynı şey mısır, portakal, kiraz vb. meyveler için de geçerli. Ben köyler de dahil olmak üzere bu kadar tatlı çilek yemedim. Hem geç çürüyorlar, hem renkleri yerinde, tatlarıysa müthiş.



Yemenin, içmenin ve gezmenin yanı sıra asıl amaç iş tabi ki. Günde 4-5 saat sadece çanta satılan alışveriş merkezlerini geziyoruz. Bugün yarım yamalak İngilizce konuşabilen genç bir çalışanla uzun bir sohbete daldık. Her tanıştığım yabancıya ülkemi tanıtma hevesi vardır bende. Latin-Çin alfabesi arasındaki farklardan girdik, harf inkılabından çıktık. Atatürk-Mao karşılaştırması yaparken yeni bir şey daha öğrendim. Bu Japonlar harbiden kalleş insanlarmış. Amerikalılarla masa başında ateşkes imzalarken donanmalarına yaptıkları baskını “Pearl Harbour” filminden biliriz hepimiz. Japonların 2. Dünya Savaşı sırasında yedikleri tek nane bu değilmiş meğer. Çinli arkadaş tek bir şehirde 300.000 insanı katlettiklerinden bahsetti.



Ben de boş durmadım, Yunanların bize yaptıklarından bahsettim. Çinlilerin bize Asya dönemlerimizden kalma bir kini olup olmadıklarını sordum. Biz ne zaman savaştık ki dedi? Çin seddini neden yaptınız diye sordum. Gülerek artık önümüze bakmamız gerektiğini söyledi. Avrupa’da karşılaştığınız soğukluk yok burada. Tam tersine insanlar çok cana yakın. Size elinizden geldiği kadar yardımcı olmaya (bazen de altından maddi sebepler çıkıyor) çalışıyorlar. Özellikle kardeşim çok dikkatlerini çekiyor. Herkes sanki ilk defa batılı birisi görmüş gibi süzüyor bizi.



Güzel memleket burası ama, insanın evi gibisi yok…

Hiç yorum yok: