27 Nisan 2009 Pazartesi

The Bro Code

Sen Türkiye'ye gelmezsen, biz oradan alır getiririz...


Critical Acclaim for "The Bro Code"

"This is the finest piece of literature ever written. Now will you give me my phone back, Barney?"
--Theodore M.


"This is by far the most disgusting, disparaging, stomach churning thing I've ever read, which means a lot if you've ever seen one of my husband's grocery lists."
--Lily A.


"You'll howl... with delight!"
--Stephen King


"Stinson uses language like a scalpel, digging though our deepest emotional tissue to expose the very core of the human psyche."
--Mike Tyson


"Finally! A book worth reading!"
--God


"Stinson beat me to it."
--J.D. Salinger


"Jefferson's out, Stinson's in!"
--Rachel M. (President - Mount Rushmore National Preservation Society)


"An entertaining beach read."
--Pope Benedict XVI


"Ewww."
--Robin S.


"Out of this world!"
--Alien (creature from another planet)


"I'm sorry what?"
--Maya Angelou


"I have a hundred words for 'snowflake' but only one word for 'The Bro Code,' - awesome!"
--Some Eskimo maybe


"This book makes me want to rethink my career."
--Mark (the dude who wrote the Gospel


22 Nisan 2009 Çarşamba

23 Nisan

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı "Türkiye'li" Olan Herkese Kutlu Olsun!

Hepimiz Dalanız Hepimizi Alınız=)


Ergenekon'la beraber bizim okul da ünlü oldu. Malumunuz sitenizin yazarları İSTEK Vakfı öğrencileri. Vakfa yapılan "birinci dalga"da da bizzat olay yerindeydim. Hani şu genel müdürlük ve üniversite baskınlarında. Sabah 08:00'da okula genel polis memurları öğretmen ve öğrenciler dahil herkesin okula giriş-çıkışını yasakladı. Başka İSTEK okuluna gidip Acıbadem yatakhanesinde kalanlarında okuldan çıkması yasaklandı yani.

Sonrasında vakıf binasında arama yapılmış ve tonla belge, hard disk vs. götürülmüş. Polis ağabeylerimiz ne olur ne olmaz diye bizim okulu da bir ziyaret ettiler. Ergenekon belgeleri öğrencilerin ders kitaplarının arasında mı diye dolaplarımızı kontrol ettiler. Müdür yardımcılarının dolaplarını incelediler.

En sonunda silah var mı diye üstümüzü aramalarını bekliyordum ama o kadar saçmalamadılar.

Ama bu kadar saçmalamışlar. 2 gün önce Beykoz'daki vakıf arazisinde bir ordoyı donatacak cephane ele geçirilmiş. Silahların yer altında bozulmuş olması gerektiğinden falan bahsetmeyeceğim. Biraz aklı olan bunu anlar zaten. Ben olayın fiziksel yönden değil, hukuki yönden imkansızlığına değineceğim.

Bu arazi İSTEK Vakfı tarafından 14 sene önce yaz okulu yapılması amacıyla alınmış. İddia edildiği gibi, Dalan'ın belediye başkanlığı sırasında ucuza kapatılan bir yer de değil. O tarihlerde alınan bir yer değil çünkü. Alındıktan bir sene sonra SAT Komandoları arazinin yanındaki toprağı satın alarak üs kurmuş ve bölgeye giriş çıkış denetim altına alınmış. Toprak sahibi olmasına rağmen Dalan'ın bile oraya izinsiz giriş hakkı yok.

İşin tuhafı arazi hakkında iki dava var. Davanın hakimleri bile inceleme yapmak için izin almak durumundalar. Devletin açtığı bu davalar sonucunda izin kağıdıyla bu araziye giren son kişiler de yine devletin adamları.

Varın siz getirin devamını...

20 Nisan 2009 Pazartesi

Yaz, Okunsun...

Yazarlığımın 3. senesine yine bir playoff yazısıyla giriyorum.

Sanırım bu siteye 30 kadar köşe yazısı yazdım geride kalan 3 yılda 20.000'i aşkın kez tıklandı yazılarım. Böylece sevdim yazmayı. Okundukça, bırakmadım işin peşini ve işte bugün buradayız. Kendi blogumuzda, kendi ayaklarımızın üstünde durmaya çalışıyoruz. Basit ve amatörce yapıyoruz ama azmimiz çoğu profesyonel yazardan fazla. Onlar çim sahada, tüm Türkiye'nin karşısında, milyon dolarlar götürürken, biz toprak sahada, belki haftada 100 kişiye ulaşabiliriz diye çırpınıyoruz.

Ama işin zevki de işte burada değil mi? İşe çekirdekten başlamak. Bir yerlere geleceksek, hakkıyla, alın teriyle gelmek. Kendi dizüstü bilgisayarımızda, kendi kotalı internet düzenimizle, yine kendi çapımızda bir şeyler başarmak. Bilinçli bir okurun kafasına sadece bir soru işareti koyabilmek.

Çünkü, bir insan değişir, dünya değişir...

18 Nisan 2009 Cumartesi

Edgar Sawtelle'nin Öyküsü - David Wroblewski

David Wroblewski'nin ilk kitabı. New York Times Bestseller olmuş. Arka kapakta Stephen King'in şu sözleri yer alıyor. "Ben uzun bir süre başka iyi bir kitap buluncaya kadar artık okumayacağım. Mükemmel, gizemli ve tatminkar: Bu kitabı alan oyuncular daha zengin bir dünyaya giriş yapacaklardır. Ben onların çıkacakları yolculuğu kısakanıyorum. Ben hayat çok kısa olduğu için neredeyse hiçbir kitabı tekrar okumam. Bu muhteşem romanı tekrar okuyacağım."

Sanırım King ve Wroblewski arasında yakın bir arkadaşlık söz konusu. Pegasus yayınevinden basılan 568 sayfalık kitapta nefeslerin kesileceği, yeni kitap okutmayacak kadar muhteşem bir şey yoktu.

İlk 150 sayfa bir olay olsun diye bekledikten sonra, katili belli bir cinayetin açıpa kavuşturulmasını bekliyorsunuz. Bu adam hiç mi Agatha Christie okumamış acaba? Regina'yı kıskandım doğrusu. 10 Küçük Zenci'yi ilkokul 7. sınıfta okumuştum sanırım. Her saniyesi heyecan doluydu. Toplasan sayfa olarak bu kitabın onda biri etse bile doyuruculuğu bunun on katıydı.

Polisiye roman da bu demek zaten. Her sayfası soluksuz geçen bir zaman dilimi. Olayın geçtiği mekandaki herşeyin ince detayına kadar betimlenmesi zorunlu olan bir kitap değil. Nerde ne var anlatılırken akıcılık kayboluyor. Oysa "Empati"de o denge nasıl da güzel kurulmuştu.

Normalde kitapları tavsiye üzerine okurum ancak bu kitabı rafta beğenip almıştım. Bir daha böyle bir şey yapmamam gerektiğini öğrenmiş oldum. Madem o kadar sıkıldın, niye bitirdin diye soranlara, rica ediyorum ki sormasınlar.

İlk defa bir kitap hakkında olumsuz eleştiri yapıyorum. Bunu yapmak bile hoşuma gitmedi ama başkaları da faydalı kitaplar okusun diye bunu da yapmam lazım. Etiketlerdeki "Kitap Yorumu" bölümünden okuduğumuz bazı kitaplar içerisinden bir seçim yapabilirsiniz...

11 Nisan 2009 Cumartesi

Sakıp Sabancı

(1933 - 2004)

Dream Theatre - As I Am


Bu hafta biraz daha ağır bir seçimim var. Progressive rock türünün en başarılı temsilcilerinden Dream Theatre - As I Am. Ben rock'tan anlamam. Tanımam bilmem. Burada hoşlanıklarımı paylaşırım. Haberi olmayıpta merak eden bakan, sever belki diye. İnsanların hayatına renk katmak amaç. Bu haftaki renk biraz siyaha yakın.

Canlı performansıyla Dream Theatre - As I Am

6 Nisan 2009 Pazartesi

Halter - Güreş


Şu sıralar Romanya'nın Bükreş'inde ve Litvanya'nın Vilnus'unda devam eden iki Avrupa Şampiyonası var. Bizim spor basınımız pek ilgilenmez böyle haberlerle ama biz esgeçmeyelim, başarılı sporcularımıza yer verelim.

Bükreş'teki halter oyunlarıyla başlayalım. Türkiye'nin ilk kadın olimpiyat şampiyonu Nurcan Taylan silkme, koparma ve toplamda rakiplerine fark atarak 3 altın birden kazandı.

Erkeklerde ki madalya umudumuz Sedat Artuç ise koparmada ikinci, silkmede dördüncü ve toplamda dördüncü olarak ülkemize 1 gümüş madalya getirdi.

Güreşteyse grekoromen stil de tüm güreşçilerimiz dereceye giremeden elendi. Serbestteyse, Fırat Binici ve Serhat Balcı'yla güldük. Binici gümüş, Balcı bronz kazandı.

Başarılı olduğumuz bu sporlara karşı medyamızın daha özenli olması lazım. Elin Finlandiya'lısı yapabildiği tüm kayak sporlarını teşvik edip, televizyonlarında reklamını yaparken, biz ata sporumuz güreşi olimpiyattan olimpiyata hatırlıyoruz. Halbuki Avrupa ve Dünya şampiyonaları da en az olimpiyatlar kadar önemli. İş güreş veya halter olunca Dünya Şampiyonu olmak kolay gibi gözüküyor.

Vereceksin 150 kiloyu gazetenin genel yayın yönetmenine, taşısın bakalım nasılmış rekor kırmak...

5 Nisan 2009 Pazar

21st Century Breakdown

Greenday yeni albümüyle tekrar vitrine çıkıyor. İlk kliplerini de "Know Your Enemy" adlı şarkılarına çekmişler. Toplumsal sorunlara dikkat çekmek isteyen sanatçıları her zaman takdir etmişimdir. Ünlü isimlerin yaptıkları propagandalar peşlerindeki kitleleri de uyandırıyor. Bu sayede bilinçsiz gençlerin çevrelerinde gelişen olaylardan haberi oluyor.

Yeni albümün tanıtım videosu için buraya.

4 Nisan 2009 Cumartesi

Rezillik

http://www.gonuldensevenler.com

İslami evlilik sitesi. Yalnız gönülleri bir araya getiriyor!

3 Nisan 2009 Cuma

Şahsıma Münasır

Moral motivasyon yerlerde geziyor bir kaç haftadır. Takip edemedim, belki 1 aydan fazla oldu.

Bu blogda bazen kendimle ilgili mevzuulardan bashederim. Bunlar beni ilgilendirmez kardeşim, bana ne senin hayatından derseniz, bu o tip yazılardan olacak. Boşuna okumayla vakit kaybetmeyin. Ama yazarak ve yazdıklarını paylaşarak rahatlayan bir genç insan olarak kendi blogumda da yazamazsam çatlarım herhalde.

Herşey kardeşim gibi sevdiğim arkadaşımın yatakhaneden ayrılmasıyla başladı belki. Kolay değil. 3.5 sene boyunca aynı yemeği yiyip, aynı saatte uyuduk. Metabolizmamız birbirine benzemeye başladı. 24 saatimiz beraber geçerdi. O gittikten sonra ilk defa kahvaltılarda ve akşam yemeklerinde çeşitli sebeplerden dolayı yalnız yemeye başladım. İnsanın 70 kişilik bir evde birden tek başına yemek yemeye başlaması gücüne gidiyor.

Zaman geçer alışırım dedim. Görünürde alıştım da bu yeni duruma. Ama pek olmadı sanki. Eskisi kadar yakın olmayınca, herşey aynı olmuyor belkide. Okul zamanı her şey iyi olsa da, yine bazı özel sebeplerden dolayı okul sonrası aynı paylaşım olmuyor.

Beni koca bir yazı yazmaya iten sadece bu mu? Elbette hayır. Üniversite sınavının baskısını yavaştan üzerimde hissetmeye başladım. Belki bu zamanlar için "yavaştan hissetme" deyimi az geliyor. Neredeyse 1 sene kala, iyi bir yer kazanmak isteyen biri çoktan bu baskıyı omuzlamış olması gerekirdi. Bu düşünceler bile insanın kafasını yoruyor zaten. Bir de ev-dershane-yatakhane arası mekik dokuma sırasında oluşan fiziksel yorgunluk, bütün bu mental yorgunluğun üzerine geliyor.

Bütün bunlar olur da kızsal mevzular olmaz mı? Ufak tefek anlaşmazlıklar dışında büyük bir sorun yok. Daha çok ailesel bazda sorun yaşıyoruz ikimizde. İyi ki "O" var. Yoksa katlanmak kesinlikle daha zor olurdu.

Ve gelelim bu hafta sonunun en civcivli mevzuuna. Veli toplantısı... Öğrencilik hayatım boyunca hep vasatın üstünde bir performans sergilediğimden kelli, veli toplantılarının öncesinde hiç sıkıntı yaşamamıştım. Hatta çoğuna hocalarla muhabbet etmek için ben de katıldım. Ancak bu sefer iş sakata gidiyor. İlk sınavlar geride kalırken din dahil hiçbir dersten 85'i göremedim. Bu durumla da ilk defa karşılaşıyorum.

Aslında burada sıkıntı benden kaynaklanmıyor. Ebeveyni iyi notlara alıştırınca, orta halli notlara burun kıvırmaya başlıyorlar hemen. Neden böyle oldu? Kız yüzünden derslerin bozuldu vs.

Sonuç, yarın kısmi olarak sıkıntılarımın geçeceği gün. Yarını kazasız belasız atlatırsak, üstümden büyük bir yük kalkacak...