31 Ocak 2009 Cumartesi

Fenomen

10. yılda özlemle anıyoruz

Yardım...


Mürekkep, sirke ve sütten nasıl su elde edebileceğim hakkında bir fikri olan varsa, çok makbule geçer...

Erkekler 1'e Ayrılır - Emily Griffin


Hani bazı kitaplar vardır, yaşamınızla paralel gitmiyorsa bir şey katmaz size. Öyle gözükür. Ancak her kitapta eninde sonunda işimize yarayacak bir tecrübe vardır.

Öncelikle söyliyeyim, her kitabı hakkında araştırma yaptıktan sonra alırım. Okuyanlara sorarım, internetten yorumları okurum, az da olsa satış rakamları önemlidir benim için. Bu kitap içinse durum farklı oldu. Yayınevine duyduğum güvenden dolayı kitabın adına bakmadan aldım. Ne de olsa Olasılıksız, Empati, Sinestezya gibi kitapları Türkiye'de bizlere ulaştıran yayınevi yine doğru bir seçim yapmıştır dedim kendi kendime.

Aldım ama kitabı kenim okumadan başkasına verdim. Belki de hayatım değişti. Ben okusam bana bir şey katmayacak olan bu roman, başkasının elinde kaderimi değiştirdi. Kendisi yengeniz olur artık. Tamam kabul ediyorum biraz "How I Met Your Mother" esintisi taşımaya başladı yazı. Ben kitaba döneyim.

Saydığım diğer kitaplarda olduğu gibi sürükleyici bir öykü var. "Nasıl bitecek acaba?" diye sorduğumuz sorular son bölüme kadar cevaplanmıyor. Ama x bir insanın hayatı beni ilgilendirmez diyorsanız, hiç girmeyin. Okunacak neler var raflarda.

Emily Griffin'e teşekkürler...

30 Ocak 2009 Cuma

Federer vs Nadal


Pazar günü tenisseverlerin merakla beklediği bir final maçı var. Avustralya Açık'ta finale tenis dünyasının zirvesindeki isimler yükseldi. Federer ve Nadal.

Federer yarı finalde Nadal'a nazaran daha kolay bir maç çıkardı. Federer, Andy Roddick karşısında 3-0'lık galibiyetle finale çıkarken, Nadal vatandaşı Fernando Verdasco karşısında çok zorlandı. Sabah bir bölümünü izleyebildim sadece. Dersaneye geç kalmama neden oldu ama değdi. En son 2007 smaç yarışması sırasında okturduğum yerden kalktığımı hatırlıyorum. Bu tarih bugün güncellendi. Nadal'ın imkansıza attığı toplar televizyonu kapatmama engel oldu.

Pazar günü iki dev isim karşı karşıya gelecek. 22 milyon Avusturya Dolar'ı için(1 Avusturya doları=1 Türk Lirası) çarpışacak Federer - Nadal ikilisi. Ama paradan çok daha önemlisi var bu ikilinin arasında. 2008'de koltuğunu elinden alan Nadal'la intikam maçına çıkacak Federer. Şahsen ben 5 saatin altında bir mücadele olacağını sanmıyorum

Final maçı 1 Şubat Pazar günü TSİ 10:00 naklen Eurosport'ta!

Bedük - Automatik


MTV'de sıradışı bir sürü klip vardır. Çoğunu saçma bulurum açıkçası. Bu şarkının klibiyse gördüğüm en "absürd" yerli yapım klip. Ancak saçmalama yapılacaksa böyle yapılmalı. Bedük'ü veya şarkısını ismen tanımayanlara klibi tarif ettiğinizde bir kez gördüğü takdirde hemen hatırlıyor. Klip, gerçek bir düğün kasediyle aynı mekanda çekilen stüdyo çekimlerinin başarılı şekilde montajlanmasıyla hazırlanmış. Ama şarkıyı seçmemin nedeni vidosu değil tabiki.

Bedük son albümü
"Dance Revolution" funk'tan house'a, disco'dan elektronika'ya kadar geniş bir yelpazede parçalarla öne çıkıyor. Bu oynak albümün de en zıplatan şarkısı Automatik. Benim gibi dans etmekten zerre kadar anlamayan ve sevmeyen birisini bile kalkıp oynatıyor. Grup halindeyseniz karşılıklı kolbastı oynamanın nasıl bir şey olduğunu keşfedeceksiniz.

Klip için buraya

29 Ocak 2009 Perşembe

Nasıl Başladım?

Yazı yazma serüvenim lise yıllarımın başında başladı. İlk ve ortaöğretim zamanlarımda Türkçe sınavı kompozisyonlarından öte bir şey yazmıyordum. İlk köşe yazımı 2006 Playoff'larının başında boş bir derste yazmıştım. Açık konuşmak gerekirse nbatr.com'a bir arkadaşımın yardımıyla yazmaya başlamıştım. Internet aleminde bile bir yere girmek için referans(torpil) gerekiyor yani. Bunu genç yaşta öğrenmem iyi oldu. Sonrasında değişik sitelerde değişik görevler üstlendim. Tek kuruş para almadan/istemeden sadece yazı yazma tutkusuyla yaptım bu işleri.

Haber editörlüğü yaptım, yabancı kaynaklardan sayfalarca yazı çevirdim, sürüsüyle eleştiri yazısı yazdım. Bu kadar işi hiçbir kârım olmadan yaptım. "Vay enayi!" diyenleri duyar gibiyim. Açıkçası gibisi fazla. Çok duydum başkalarından. Ancak gerçekten parayla satın alınamayacak artılar elde ettim bu işlerden.

Öncelikle çok iyi arkadaşlıklar kazandım. Site-ül lappap'ın değerli yazarları Hilmi ve Hüseyin'le bu sayede tanıştım mesela. İzmir'den Ankara'ya, Çorum'a, Adana'ya vs. illerden okurlarım oldu. Hala bir çoğuyla MSN vasıtasıyla NBA muhabbeti yapıyoruz. Dengesiz insanlarla karşılaşmadım mı? Sanal alem burası, olmaz olur mu? Bir sürü abuk insanla da tanıştım. Yüzyüze olmamanın güveniyle saçmalayan çocuklar... Ama onlarla bile uğraşmak eğlenceliydi bir yerde.

Daha sonra okuldan 3 arkadaş bir internet sitesi kurduk. Ortaklardan biri Corona, diğeriyse nbatr.com'da yer bulmamı sağlayan arkadaştı. Site kurmanın zorluğunu ilk defa burada gördüm. Ayrı bir meslekmiş site kurmak. Sürekli bir uğraşı istiyormuş. Sıradan olmamak, daha iyi olmak için fedakarlık yapmak gerekiyormuş. Kendi namıma üzerime düşeni yapmıştım. Ama hem site hem forumu tek başına ayakta tutmak, okul devam ederken imkansız. Bir zaman sonra bu oluşum başarısız oldu. Bana da geriye şimdiki mail adresim kaldı.

Bu sıralarda edebiyata da yöneldim. Pek çok şiir yazdım. Çokça da kitap okudum. Şüphesiz okuduğum kitapların yazdıklarımda önemli etkileri olmuştur. Sözcük dağarcığımın gelişmesinde büyük katkı sağladı o eserler. Ama hala biliyorum ki bazen çok uzun ve takip edilmesi zor cümleler yazıyorum. Bunu da üslup olarak adlandırıp çıkalım işin içinden.

Sonra blog meselesi çıktı. İlk başta belkide yeryüzündeki tek kişiye özel blogu kurdum. Gereksiz bir çabadan ibaretti. Bir defteri kapatıp yenisini açmak zor oldu ama kısa bir sürede toparladım kendimi. Herşey artık eskisinden daha güzel. Bunun içinse tek bir kişiye teşekkür borçluyum ve bir de özür.

Yeni blogumla dünyanın her yerinden misafirlere açığız. Ayrıca uzun zaman sonra yeniden gerçek şiirler yazabiliyorum artık. Belki bazılarını burada paylaşabilirim. Ama hala utangacım biraz bu konularda.


Bu aralar biraz daha kuralcı yaklaşıyorum. Eskiden serbest ölçüde yazdıklarımın yerini şimdi hece ölçülü, uyak şemalı şiirler alıyor. Bittikten sonra içime sinmişse değme keyfime! Ölçülü şiirin görüntüsü bile ayrı hoş. Harcanan emek, insanın eseriyle gurur duymasını sağlıyor. Aynı şey bu blog için de geçerli. Gün geçtikçe artan arşivdeki yazı sayısı ve ziyaretçi adedi insana bu işe devam etme şevki veriyor.

Bir de yazma özgürlüğü var tabiki. Dilediğim her konuda, dilediğim üslüpla dilediğim şekilde yazma imkanı veriyor blog oluşumu. Yaptığım yazım hataları da benim hatalarım, gediğine koyduğum(koyabildiysek) taşlar da benim taşlarım.

Sonuçta blogun 3. ayına girmek üzereyiz. Burada bazı meselelerin bir köşesinden tutup nacizane konuşuyoruz. Kimiz peki? En azından yazmaya nasıl başladık, nasıl devam ediyoruz onu anlatalım istedim. Yaşamımın bir bölümünden bir kesit.

Ben yazarken eğlendim, umarım siz okurken aynı keyfi almışsınızdır.

Davos


Hükumet oldukları 7 yıldan beri dış politikada yaptıkları basiretsizliklerle ön plana çıktı AKP hükumeti. Belki milyon kez mizah dergilerine kapak oldular. Amerika ve İsrail karşısında boynumuz eğik dolaştık bu yıllar boyunca.

Koalisyon zamanında ekonomi kötüye gidiyordu, doğrudur. Kriz zamanı pek çok işyeri kepenk kapatmıştı. O yıllar çok uzak değil, hatırlıyoruz. Ancak buna rağmen hiçbir zaman borç para için ülkenin belli başlı önemli noktalarının peşkeş çekildiğini hatırlamıyorum. AKP hükumetiyle beraber ülke ekonomisinde suni bir iyileşme görüldü. Sürekli özelleştirmeler yapılarak ülkeye getirilen sıcak paranın etkisiyle ekonomiye iyiye gidiyor süsü verildi. Sıcak para karşılığı, yabancı şirketlerin ülkenin önemli noktaları ele geçirmesi sağlandı.

Bir başka deyişle gün geçtikçe kendi ellerimizi arkadan bağladık. Osmanlı'nın kaputilasyonlarla belinin bükülmesi gibi biz de bu yanlış politikayla Avrupa'lı devletler karşısında küçük düştük. Askeri gücü ne kadar kuvvetli olursa olsun, ekonomik yönden zayıf olan memleketler uluslararası platformda hep boynu bükük kalır.

IMF'ye kafa tutup sonra isteklerini yerine getirdik. Dış politikada önce bir gazla sesimizi yükseltip sonradan oturduk tekrar kalktığımız koltuğa. Ancak bu akşam belki de tarih kitaplarına "Davos Krizi" diye yansıyacak olay gerçekleşti. Bu olayın bile arkasında yerel seçimler olduğunu düşünmeden edemiyorum. Ülkede Filistin yanlısı hareket çok fazla ve başbakanın Peres karşısındaki tutumu bence belediye seçimlerinde AKP'ye çok oy kazandıracak.

Tüm bu perde arkasındaki düşüncelerime rağmen, başbakanın hareketlerinin diplomasi dışı olarak da yorumlansa doğru olduğunu düşünüyorum. Yaşanan katliamlara ve oturumun adaletsizliğine göz yummaması gerekiyordu. Yapmadı da. Kendisinin 7 yılda belki 2. defa yaptığı bir hareketini beğendim. Diğeri ne diye sorarsanız, %47'lik oy oranı sonrası herkesi kucaklayacağına dair, sonradan uymayacağı, sözdü. Seçim sonrası böyle bir yaklaşımda bulunması olumluydu. Birçoklarına umut vermişti ama sonradan cumhurbaşkanı seçimi dönemiyle birlikte her şey yine yalan oldu.

Davos krizi Peres'in özür dilemesiyle biraz yatışmış. Ancak yerli basında özür olarak nitelendirilen 5 dakikalık telefon görüşmesi yabancı basında farklı değerlendirilmiş. Batılı gazetelere göre Peres:" Benim amacım sizi provake etmek değildi." demiş. Yarın iyice çıkar bunun kokusu. Ne olursa olsun, bizi ne kadar sıkıntıya sokacağını göz ardı ederek, bölgedeki gücümüzü ispatlamak adına bazen böyle çıkışlar şart.

28 Ocak 2009 Çarşamba

Recep İvedik 2


13 Şubat'ta Sinemalarda!

Neden Şantaj


Bu filmi seçmemin en önemli nedeni sıradışı bir konusu var. Filmde çok çalışan borsacılar cinsel tatminlerine zaman bulamadıkları için bir seks kulübü olusturmuslardır ve bu seks kulübünde yeni olan Jonathan'nın tek gecelik bir ilişkisine aşık olması anlatılıyor. Sonradan gelişen olaylarda Jonathan'nın hayatını etkiliyor.

Farklı ve iyi bir film. Tavsiye olunur.

25 Ocak 2009 Pazar

Adalet Vol.2


Bir yerlerden duymuşsunuzdur. 29 Ocak'ta yapılacak değişimle ÖSS sistemi yeni bir hal alacak. Bugün konuyla ilgili dershaneden bilgi verdiler.

Öncelikle eski sistem benzeri olacak. Yani tek sınav yerine iki aşamalı sınav geliyor. Önce ÖSS adında nispeten basit bir sınava girip önlisans programlarına yerleşiyorsunuz. Bu sınavı geçenler ÖYS'le birlikte 4 yıllık programlara yerleşiyorlar. Yenilik ÖYS'nin yapılış şeklinde.

Sadece alan soruları çözülen 2. basamakta işleri abartmış durumdalar. 4 günde yapılacakmış sınav. Her gün başka dersin sınavı yapılacak. Matematik - Fen Bilgisi - Türkçe ve Sosyal Bilimler'den daha kesin olmamakla birlikte 120-150 civarı soru soracaklarmış. Yine sadece alan testlerinin sınavlarına girmek yetecek. Ancak değişen bir nokta daha var ki asıl önemli yer orası.

Örnek üzerinden gidelim. Elektronik okumak istiyorum. O zaman elektronik fakültelerinin istediği soruları cevaplayacağım. Bu ne demek? Artık sadece fizik ve matematik sorularını çözmem buralara girmem için yeterli olacak. Üniversite seçerken daha net bir bilgiye sahip olabileceğiz.

Bir diğer yenilikse soru tipiyle ilgili. Çoktan seçmeli soruların yanı sıra artık boşluk doldurmalar da olacak. Hemen akıllara kağıtların nasıl okunacağı sorusu geliyor tabiki. İşin içine el yazısı girince, optik okuyucu , bilgisayar falan kalmıyor haliyle. Öncelikle sorular yorum soruları olmayacak. Yani puan verme işlemi hoca insiyatifine kalmayacak. Bir örnek;

log3=0,4456 ise 10 üzeri 27 ........ basamaklıdır.

Noktalı yere sadece tek bir yanıt gelecek. Bu uygulamanın amacı şıkları üstünden cevap bulma ihtimalini ortadan kaldırmak. Adam kayırma olmaması için ismin olduğu yer katlanacakmış ama bana yine bir yolu bulunur gibi geliyor. Ne yazık ki memleketimin öğretmenlerine güvenemiyorum.

29 Ocak'ta açıklanacak bu sistemle tüm çalışma sistemimizi gözden geçirmem gerekecek. Seçeceğim üniversite doğrultusunda testlere yoğunlaşmam gerekiyor. Özellikle biyoloji, kimya ve matematikte tamamına yakınını doğru cevaplamak lazım.

İmkansız gibi duruyor biliyorum ama sistem de bizden imkansızı istemiyor mu zaten?

Adalet



Cuma günü sömestr başlangıcı. Türkçe'leştirirsek yarı yıl tatili başlangıcı. 3 dönemdir takdir almaya en çok yaklaştığım dönem sonu oldu. Puan ortalaması 84.13, not ortalaması 4.66. Sınıf öğretmeni olan kimyacı karneye hayal kırıklığı diye yazmış(!)

Aslında burada takıldığım nokta takdir teşekkür değil. 70 ortalamayla 84 ortalamaya aynı teşekkürü eden MEB'in işine karışacak değilim. Onların takdirine de ihtiyacım yok. Ama adaletsizlik OÖBP dediğimiz Orta Öğretim Başarı Puan'ı sisteminde.

Efendim şimdi ÖSS'ye giren okulların başarılarıyla bir sıralama yapılıyor ve okulun öğrencileri kendi içlerindeki sıralamaya göre bir okul puanı alıyor. Sistem güzel. Ama burası Türkiye. Her sistemin bir yerden suyu çıkıyor sonuçta.

9. sınıfta alanlaşırken öğrencilerin aklında şöyle bir genelleme vardır. Akıllılar Sayısal seçer, sayısala gücü yetmeyenler eşit ağırlığa giderler. Alan seçiminden önce rehberlik eden hocalar da bunun böyle olmadığını anlatmak için yırtınırlar. Böyle de değildir gerçekten. Meslek seçimine göre alanlaşmaktır mantıklı olanı. Seçeceğim meslek TM'de olsa seve seve gidecektim. Ancak gel gör ki ders öğretmenleri bile böyle düşünüyor.

Aynı matematik sınavını olmamıza rağmen aynı hatalara TM'de az bizde çok puan kırılıyor. Bizim 69-84 kalan puan ortalamamız biz üzülmeyelim diye 66-67'lere indirilirken, TM hocaları adamların notlarını 65'ten 70'e tamamlıyor. Peki sonuç? Normal şartlarda teşekkürü haketmeyecek adamlar takdir alıyor. Yani 85'in üstüne çıkıyorlar. Gerçekten üst sıralarda bulunması gerekenleri geçiyorlar.

Peki ÖSS'de ne olacak? Arkadaşların belki 1/3'ü barajı geçemeyecek. Geri kalan 1/3'ü hiçbir yeri kazanamayacak. Sonuçta olan yine bize olacak. ÖSS puanımı çalanlar, çaldıklarıyla bir yere girebilseler gam yemeyeceğim. Tabiki sınava girmeden hiçbir şey belli olmayacak ama yaşanacaklar %90 böyle.

Umarım sonuçlar açıklandıktan sonra "0.01'le istediği yeri kaçıran öğrenci" konumuna düşmem...

Buena Vista Social Club


Bu Küba'da Havana'da bulunan ve Küba daki en güzel müzikleri yapan bir müzik kulubüydü. Günümüzde ayrılan grubun uyeleri 1999 yılında tekrar bir araya gelmiş ve konser vermişlerdir. Bunu belgesel olarak çeken Alman yönetmen Win Wenders'inde bu birleşmede çok büyük yardımları oldu.

90 yaşında ve 5 yaşından beri puro içen Ry Cooder'ın o sesindi duyunca kulaklarıma inanamadım. Sebebi bilinmez ama sesi çok güzeldi. Belki purodandır. Belgesel niteliğindeki bu filmi herkesin seyretmesini tavsiye ederim. Müzikleri çok güzel!

24 Ocak 2009 Cumartesi

Taraftar Sosyal Anketi

Politikacılar, gazeteciler, televizyon programcıları, eski hakemler ve yöneticiler, hatta şarkıcılar ve müzik yapımcıları, kendilerini aydın olarak adlandıranlar, akademisyenler, kulüp başkanları, hatta kimi zaman takım oyuncuları ve es geçtiklerimiz. Çoğu hayatında maça gitmemiş, gidenleri de şeref ve basın tribününe giden, yani aslında hiçbir zaman "içeriden" olmayan, ama içeriyi adı gibi bilen kişiler yukarıdakiler.

...

Ciddi amaçlarla yola çıkılmış bir hareket. Arkasında önemli insanlar var. Katılımınızı bekliyorlar, bize de tanıtmak düşüyor.

taraftarsosyalanketi.blogspot.com

23 Ocak 2009 Cuma

BullS**t


Daha önce bir kere reklamını görmüştüm, şimdi önümde açık: Rapstar.

Tamam T-Rap'in tanıtılması önemli ama neden Ceza, Fuat ve Funky C Popstar'dan bozma bir reyting programına alet olmuşlar ki? Çok zengin olmadıklarını tahmin ediyordum ama bu kadar mı yani? Hiç değilse başka bir formatta yapılamaz mıydı diye geçiyor aklımdan.

Amerika'da P.Diddy'nin sunduğu MTV'de yayınlanan "Making The Band" var mesela. Kanala reyting kaygısı yaşatmadan bu formatta bir şey düzenlenebilirdi. Ya da Türk kafasıyla bir şeyleri kopyalamayı bırakıp, kendimiz bir format üretemez miydik?

Kim düşünecek de yapacak ki? Nasılsa amaç repçileri ekran başına toplayabilmek. Bu iş nasıl yapılır? Her zamanki programlardan birini yap, Ceza'yı juriye koy ve bitsin. 1 dönem yapılsın yeter zaten. Sonra ...Star diye devam eder bu iş.

Hazır oylamalar da yapılmışken aklıma geldi. Bütün bu Zartstar saçmalıkları bittikten sonra bir de AllStar yapıp en boktan yarışmanın kodunu yazıp 3131'e gönderelim.

Bakalım sonuç ne çıkacak?

21 Ocak 2009 Çarşamba

Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseini


Masumiyet Müzesi'ni okuyup hakkındaki görüşlerimi belirtmiştim yine. Edebi açıdan söylenecek söz yok. Nobel hakeder mi, ona karar vermek bana kalmaz ama Orhan Pamuk'un Nobel almasının gerçek nedeni belli. Ödülden sonra yazdığı ilk romanda yine ülkemizin eksik yanlarına dokundurmadan edememişti.

Khaled Hosseini ise bir Afgan. Rusya'nın Afganistan'a girdiği senelerde Amerika'ya sığınma hakkı elde etmiş. Zaten böyle bir romanı Afganistan şartlarında dünyaya duyurması mümkün değil. Kurgusundan, akılıcığından söz etmeden önce değinmek istediğim nokta, yazarın ülkesi hakkında yazdığı olumlu şeyler. Belki tüm Afganistan yazarın anlattığı gibi değil, ancak onun tanıttığı ülke, tüm siyasi buhranlara karşın insanlarıyla Anadolu insanlarıyla o kadar benzeşiyor ki kanınızın kaynamaması mümkün değil. Tüm katliamlara, ölümlere, iç savaşlara rağmen Afgan insanı akılda olumlu kalıyor.

İçeriğe gelirsek, Uçurtma Avcısı insanın içine işleyen bir hikayeye sahip. Sınıf farklılıkları ve savaşlar içinde başlayan bir dostluk hikayesi. Son sayfaya kadar mükemmel kurgulanmış bir dram. Sonsuz bağlılık.

Filmi geçtiğimiz senelerde vizyonlarda olan orjinal adıyla "Kite Runner" uygun fiyatıyla ve boyutuyla kitapçılarda sizleri bekliyor.

Tavisyemizdir...

17 Ocak 2009 Cumartesi

ÖSS Hazırlık - İlk Gün

Dersanenin ilk günüydü bugün. LGS'ye hazırlanırken de geç başlamıştım yine. Daha heyecanlıydım ama o zaman. Şimdi belki sabah uykumun açılmamasından da olacak, yeni bir ortama girmemin heyecanı yoktu. Sınıftakiler de sağolsunlar yardımcı oldular bana.

Derslerin eğlenceli ve öğretici olması esastır benim gözümde. Her ikisi de vardı ilk gün için. Çok güldük, yeni şeyler de öğrendim, unuttuklarımı hatırladım.

Bir de şu test tekniğine alıştığım zaman olay bitecek benim için. Süremi ayarlamayı, yanlış yerine boş bırakmayı öğrenmem lazım. Hedef yüksek ama imkansız değil. Olmadı, olamazda.

Bir tavan var üzerimde. Oraya mümkün olduğu kadar çok yaklaşmam, mümkünse kırıp üstüne çıkmam lazım. Hayat kolay değil.

Biraz ciddi oldu ama öyle de olması gerekiyor herhalde...

11 Ocak 2009 Pazar

The Simpsons


1989 yılından beri dünyanın dört bir yanında büyük küçük herkesin sevdiği bir çizgi-dizidir. The Simpsons. Kopyası "Family Guy"la beraber dinsel ve siyasi eleştirilere de hiç çekinmeden başvurabiliyorlar. Bugün Milliyet gazetesinde çıkan bir haber;

Dünyanın en çok sevilen çizgi dizilerinden Simpsons Ailesi, son bölümünde İngiltere ve ABD’de yaşayan Müslümanların tepkisini çekti. Homer Simpson, yan taraflarına taşınan Müslüman aileyi “terörist” olarak nitelendiriyor. Ailenin yaramaz oğlu Bart, Beşir adlı Müslüman çocukla arkadaş oluyor. Daha sonra Homer, Müslüman babayı garajda dinamit kalıplarıyla görüyor. Ve ailenin bilgisayarını hack’liyor. Burada çevredeki binaların ve alışveriş merkezinin krokilerini buluyor.

Bardaki arkadaşlarına konuyu açtığında ise Barmen Moe, ona “Aileyi yemeğe çağır. Sonra da gerçekleri öğrenmek için onu Jack Bauer’la tanıştır” diyor. Aşırı İslamcı saldırganlara işkence yapmakla ünlü FBI ajanı Jack Bauer, ABD’de izleyici rekorları kıran 24’ün baş karakteri.

Ancak sonradan Müslüman babanın eski binaları patlatan ve yenilerini yapan bir müteahhitlik şirketinde çalıştığını öğreniyor ve onlara özür yemeği veriyor.

Müslüman dünyası neden herşeye bu kadar tepkili anlayamıyorum. Bölümün sonuyla beraber ortaya çıkan anatema Hristiyanların Müslümanlara önyargılı davrandıkları ve her Müslümanın terörist olarak görülmesinin yanlış olduğudur. Kaldı ki dizi yapımcılarının Hz. İsa'yı ve "kendi" Tanrılarını dizilerine nasıl malzeme yaptıklarını görseniz bu bölüm onların yanında devede kulak kalır. Durumun böyle olması tabiki diğer davranışı haklı kılmaz ama zaten ortada Müslümanları kötüleyen bir davranış yok.

Müslüman dünyası olarak sürekli yapılanları eleştirmek yerine kendimiz bir şey üretmeyi ne zaman anlayacağız bilmiyorum. Yoksa daha çok Filistin benzeri olay yaşar bu Ortadoğu.

10 Ocak 2009 Cumartesi

Michelle


Geçen hafta Aceto'nun blogunda bahsettiği "Anılar 9" adlı albümdeki şarkılardan bende olmayanları indirdim bu hafta. Bu haftanın seçimi de yine bu albümden, herkesin bileceği, ilk anda akla gelmese de dinlenince hemen tanınacak bir parça. Teşekkürler BT.

The Beatles - Michelle

Fenomen#3

Farkındalığın Işığı - Jiddhu Krishnamurti


Sözlerine çok önem verdiğim bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine alıp okuduğum bir kitap. Yazarın adını telaffuz etmek bile güç. Kendisi anlaşılabileceği gibi bir Hintli ancak bir Hindu değil. Bir ateist. Biliyorum son okuduğum kitaplar insanı dinsizliğe götürecek türden ama önemli değil. İnsan okuduklarından etkilenir. Yine de son karar her zaman benimdir.

İzinden bir çok insan gitmiş Krishnamurti'nin. Kendisi öncelikle buna karşı çıkıyor. Kişinin mutlulupa ulaşması için tamamen kendisi olması gerektiğini söylüyor. 2. el bilgi diye nitelendiriyor başkasından öğrenilen bilgileri. Burada kendisiyle çelişiyor aslında. Adama sorarlar, neden kitap yazıyorsun o zaman diye?

Ayrıca yaşanan ana tam olarak odaklanmanın sonucunda o anın hatırlanmayacağını savunmuş. Böylece pişmanlık duyduğumuz olayları hatırlamakla acı çekmeyeceğimizi düşünüyor rahmetli Hintli.

Kendisine katılmamakla beraber ahirette başarılar diliyorum.

Not: Resimde reklam oldu ama bir yandan iyi de oldu. İnternetten kitapları ucuza bulabileceğiniz güzel bir adres Ideefixe.

Esaret


Hafta Sonları Yeni Adresim Burası

6 Ocak 2009 Salı

Gossip Girl


Bu yazıyı Gossip Girl seyrederken yazıyorum. Bu yazıyı yazma amacım şaşkınlığımı belli etmek aslında. Çünkü ilk gördüğümde herkesin seyredeceği ama seyrettiklerini söylemeyeciğini sanmıştım. Benim şaşırdığım şey, insanların dedikoyu bu kadar sevmeleri oldu. En beklenmediklerinin bile.


Dedikodunun aslında bu kadar tutacağı belliydi. Hele birde Türk toplumu gibi dedikoduyu çok seven bir millet için. Bunları söylüyo olsam bile bende seyrediyorum. Şaşırtıcı:D

3 Ocak 2009 Cumartesi

R.E.M. - Losing My Religion

Belki bir çok okur bu şarkıyı çok çok öncelerden dinlemiş, bazıları ezberine bile almıştır. Her zaman dinlediğim müziklerden sıkıldığımı ve değişik türlere yöneldiğimi söylemiştim hatırlarsanız. "Losing My Religion" şarkısını daha önceden duymuş ama bana hitap etmediği için dinlememiştim.

Ancak yavaş yavaş gitar ve bateri sesleri hoşuma gitmeye başladı. Karşınıza bazı otoriteler tarafından geçen yüzyılın şarkısı olarak gösterilen;

R.E.M. - Losing My Religion

Fenomen#2

1 Ocak 2009 Perşembe

LeoCorona


Yeni yılla beraber emekleyen blogumuzun 2. ayını doldurduk. Daha yolun başındayız. Elbette hatalarımız ve eksiklerimiz var. Düzeltmemizi istediğiniz eksiklerimizi bu posta yorum olarak yazarsanız sevinir ve düzeltiriz.

Hepinize tekrar iyi seneler...

Facebook Çılgınlığı


Facebook'ta insanların doğum günlerini takip eden ve parti yerlerini basarak olay çıkaran 500 kişi İngiltere'nin başkenti Londra'nın güneyindeki Thornton Heath kasabasında dehşet saçtı.

Şahsen facebook'um yok. Karşıyım falan demeyeceğim. Her oluşumda olduğu gibi adam gibi kullanılırsa faydalı bir olay. Ama böyle de zıvanadan çıkabiliyor iş. Lappappa'da da işlenmişti bugün bu konu. Sanal alemde gezinirken sürekli dikkatli olmak lazım. Çok fazla kötü niyetli insan var.

Bilgisayar güzel bir hizmetkar, ancak kötü bir efendidir...