31 Aralık 2008 Çarşamba

Top 10

Bir çok yerde gördüm, küçük bir modelini de ben yapayım istedim. İşte benim gözümde 2008'in dünyada en iyi 10 sporcusu...

10)Valentino Rossi: Motor sporlarını çok takip etmesem de sporla ilgilenen herkes gibi Rossi'yi az çok tanıyorum. Bir ara F1'e geçmesi gündemdeydi. Araştırmalarıma göre hala öyleymiş. Bu sene de MotoGP'de şampiyon olarak bir süredir uzaklaşan gözleri tekrar üzerine çekmeyi başardı Rossi.

9)Dwyane Wade: Son zamanlarda çok eleştirilen rüya takımı canlandıran isimdi. Sakatlığının ardından nasıl bir performans göstereceği merakla bekleniyordu. 2008 yılı Wade'in kendisini tekrar kanıtladığı bir sene oldu.

8)Cristiano Ronaldo: Kendisini sevmem, gönül bu listeye Messi'yi sokardı ama bir sezonda 41 gol atmak her yiğidin harcı değildir. O yüzden kendisini öldürüp hakkını verme taraftarıyım. Transferiyle dünya basınını 6 aydan fazla işgal eden modern köle Ronaldo'yu 8. sıraya yerleştirdim.

7)Tia Hellabaut: Her ne kadar yüksek atlama deyince akla Blanka Vlasic gelse bu sene Hellabaut'un senesiydi. Önce Olimpiyat şampiyonu oldu, sonra Brüksel'de Vlasic'i 500.000 $'dan etti.


6)Pamela Jelimo: Golden League'de jackpotu tek başına yaparak 1 milyon $'a kondu. 18 yaşındaki Jamaika'lı, 800 metrede bütün yarışları kazanarak bu genç yaşında zengin oldu.

5)Tirunesh Dibaba: Atletimiz Elvan'ın 2 yarışta da önünde gelip altına ulaşan Dibaba bu sene çoğu kez rekor için koşsa da başarılı olamadı. Ancak birinciliği de kolay bırakmayacak gibi.

4)Rafael Nadal: Federer'in ambargo koyduğu grand slam şampiyonluklarını şampiyonun elinden aldı. Fransa Açık, Wimbledon ve Olimpiyat'ı alarak Federer'in önünde bir numaraya yükseldi.


3) Yelena Isinbayeva: Tüm rakipleri atlayışlarını bitirdikten sonra bir astsolis edasıyla alıyor sırığını eline. Konuşmaya başlıyor sonra. Artık ne paylaşıyorlarsa atlayamadığı yüksekliği az gördüm. Başarısı, sırıkla atlamanın Golden League jackpot'u dışına atılmasına sebep oldu.

2) Michael Phelps: 8 altın madalya, 7 dünya 1 olimpiyat rekoru. Hakkında daha fazla bir şey söylemek anlamsız sanırım.

1) Usain Bolt: Çin olimpiyatarına damga vuran isim Michael Phelps'le beraber Bolt'tu. Refleks süresi en geç 2. atlet olarak başladığı yarışı açık ara dünya rekoruyla bitirdi. Son anlarda hızını korusa 9.55 gibi bir dereceyle bitireceği hesaplanmış. 9.69 bile insan hayalinin ötesinde bir derece. Puma da bu işten sağlam reklamını yaptı.

26 Aralık 2008 Cuma

Zar Adam - Luke Rhinehart


Few novels can change your life, this one will!

Gerçekten de son sayfasına kadar şaşkınlıkla okuduğum bir kitap. Türk gelenek-görenek sistemine tamamen ters ve dünyanın her kesiminden tepki toplaması olası bir kitap. Ne var ki büyük yazarlar da böylesine insanlar değil mi zaten? Kalıplaşmış düşüncelere karşı çıkanlar, var olana yok diyenler, güzel olanı beğenmeyenler.

Öncelikle şunu söylemeliyim, dininize fazla bağlı biriyseniz bu kitabı okumayın. Kitabı okuyacaklarda hayatlarını buna göre şekillendirmesinler. Çünkü bu kitap az sayıdaki hayatınızı değiştirecek kitaplardan biridir.

Bir günü diğeriyle aynı olanlarınsa kaçırmamasını öneririm. Hayatınıza yeni heyecanlar katacaktır. Önyargıyla yaklaşılmadığı takdirde okuyanlara büyük zevk vereceğine inanıyorum.

"Luke Rhinehart and THE DICE MAN have launched a psychiatric revolution."

— London Sunday Telegraph

"A fine piece of fiction . . . touching, ingenious and beautifully comic."

— Anthony Burgess

" . . . Extremely funny and very impressive."

— Colin Wilson

"THE DICE MAN is a blackly comic amusement park-of a book,replete with vertiginous roller coaster rides of the spirit,feverish omnisexual trips through the tunnel, of love, and crazy images reflected in the . . . distorting funhouse mirrors of the mind."

— TIME Magazine

"Weird, hilarious . . . an outlandishly enjoyable book."

— St. Louis Post-Dispatch.


Witty reckless clever ... . a caper at the edge of nihilism. The vacuum of the will--Rhinehart has diagnosed the malady brilliantly."

— Melvin Maddocks in LIFE


"An extraordinary novel impressively intelligent . . . It could even be a dangerous novel. . . At the very least readers will laugh until they find the tears running down their cheeks."

— David Slavitt

"A hell of a lot of fun . . . As a writer, Rhinehart gives a virtuoso performance."

— New York Herald

"Brilliant . . . much like CATCH-22 . . . the sex extra-juicy."

— The Houston Post

"A memorable book . . . almost brilliant. It repels and

— Time Out (London)

"Outrageously funny . . . full of provocative ideas that may offer a glimpse of the future. . . . Scary, hypnotic . . . most dangerous . . .

— Fort Worth Star-Telegram

"Hilarious and well-written . . . The first 30 pages alone are a brilliant summary of modern nihilism. Dice living will be popular, no doubt of that."

— Time Out (London)

"The most compulsive first novel I have experienced since John Fowles The Collector. It also happen to be a very much better book."

— John Harder in Books and Bookmen

Kışkırtıcı ve uyarıcı bir macera. Son sayfasına kadar sürükleyen, kurgusu müthiş bir roman.

Leo

24 Aralık 2008 Çarşamba

Simon & Garfunkel - Sound Of Silence


Eskilerden mükemmel sakinlikte, insanın içine işleyen bir şarkı. Özellikle Çin yolunda uçağın kendi playlistinde görünce çok sevinmiştim. Kendi mp3'üm o şarkı formatını çalıştıramıyordu maalesef. Yatmadan önce veya uzun yolculuklarda dinlenebilecek ve dinlendirecek türden bir şaheser.

Simon & Garfunkel - The Sound Of Silence (live from Central Park)

18 Aralık 2008 Perşembe

Where Do We Go From Here

Çok eğlenceli bi şarkı. Her zaman dinlemek istiyeceğiniz türden. Kafan rahat ve egleniyorsan çal bi taraftan. Özellikle sohbet ederken fln ideal. Muhabbeti attırır. Zevkle dinleyin.

16 Aralık 2008 Salı

Every You Every Me

Bence Placebo'nun en güzel şarkılarından biri. Gerçi Placebo'nun sevmediğim sarkısı yok ama bu şarkının benim için özel bir anlamı var. Hayatımda ilk defa gerçekten pişmanlık duyduğum zaman sürekli dinlediğim bir şarkı. Eski ama yeniliğini hala koruyan.

Pişmanlığı kısaca anlatmam gerekirse, bana ilk defa aşık olan bir kızın, benim ona hayır cevabı vermem ile bir sene sonra ondan hoşlanmam ve onun intikam alışı.

Leo iyi bi seçim yapmış Placebo bence en iyilerden. Her zaman dinlenebilecek bi şarkı.

15 Aralık 2008 Pazartesi

Makedonya


Aslında bu gezi yerine en sevdiğim spor olan kayak için bir planım vardı ama kar yağmayınca olmadı. Bu gezininde farklı bir havası ve eğlencesi vardı.

İlk olarak çok küçük ve kadıköyden daha az insanın bulunduğu bir yer. Bağımsızlığını yeni kazanmış olduğu için daha oturmamış bir düzeni var.Ama kökenleri Slav ırkına dayandığı için kızları çok güzel:) bu gezide 3 tane şehir gezdim. Zaten toplam 4 tane var. Üsküp(Skopje), Ohri(Ohrid) ve Manastır(Bitola). Bu 3 şehrin birbirinden çok farklı özellikleri var. Üsküp başkent ve Osmanlı mimarisini yansıtıyor. Ohri 2.ci büyük şehir Roma yıllarından kalma mimarisi ve çok büyük bir gölü var. Bu göl aynı zamanda Arnavutluk'un da. Manastır ise Atatürk'ün lise yıllarının geçtiği yer. Manastır askeri lisesinin bulunduğu yer. Bu liseyi müze haline getirmişler. Bu Makedonya ve Türkiye işbirliği ile gerçeklesmiş. Ayrıca Kosova'ya da gittim. Elveda rumelini çekildiği yerleride gördüm. Ayrıntılar yeni yazılarda.

13 Aralık 2008 Cumartesi

Jeffrey Moore - Sinestezya

April Yayıncılık'ın okurlara sunduğu 3. muhteşem kitap. Adam Fawer'ın Olasılıksız ve Empati'sinden sonra şimdi de Jeffrey Moore'dan Sinestezya.

Empati'yi okuyup beğenenler için mutlaka okunması gerekenler listesinde olmalı. İçinde geçen deneysel veriler ve bilgiler, parapsikolojiyle ilgilenenler için altın değerinde. Beynin kimyasal yapısı ve hormonal dengemiz hakkında çok şey öğretiyor. Kendi bünyemizi daha verimli kullanabilmemiz için küçük ipuçları var.

Edebi açıdan bakılırsa da kesinlikle sürükleyici. Başkarakterin özelliklerini çözmeye çalışarak ve hikayenin sonunu sabırsızlıkla bekleyerek getiriyorsunuz kitabın sonunu. Ben, kitabı kaybettiğim dönemde son bir kaç sayfası kalmıştı. Kitaba ulaşır ulaşmaz bitirdim ve rahatladım. İstanbul'a dönünce sıradaki kitaba geçebiliriz artık gönül rahatlığıyla...

Fenomen#1

12 Aralık 2008 Cuma

Çin Günlüğü - 7


Bir haftanın üzerine çıkan her tatilimde olduğu gibi gün saymaya başladım. Jetlag hala etkiliyor beni. İklim farklı, hava farklı, su farklı. Bu sebepten otelden biraz geç çıktık. Bizimkilerin işleri bittiğinden gezmeye daha çok vaktimiz oluyor.

Çin yemeklerinin kokusundan bile midem bulandığı için Türk yemeklerine en çok benzeyen şeyleri yemeye çalışıyoruz. Müslüman lokantaları da Müslüman ülkeler gibi pis oldukları için yemek yiyebileceğimiz yerler sınırlı. Sıkıştığımızda McDonald's, KFC gibi yerler imdadımıza yetişiyor. Komünist ülkede emperyalist firmaların ürünleriyle karnımızı doyurabiliyoruz.

Bugün, Uygur Türkleri'nin yaptığı çöp şişlerden yedik. İnsan burada asla aç kalmaz. Koyun etinden yapma şişlerin tanesi 22 kuruş. 10 tane yesen 2 lira para ödüyorsun bizim hesapla. Müslüman lokantalarından daha hijyenik şekilde yapılıyor ayrıca.

Çinlilerin tavırları da akla hayale sığmayacak cinsten. Bazı kokular yemek borusundaki kasları tersten çalıştırarak istifra denen olayı meydana getirirler. Çin yemekleri aynen bu etkiyi yapıyor insan üzerinde. Ama o mide bulandırıcı yemekleri gözlerini kırpmadan yiyebilen insanlar, güzelim mangal kokusunu alınca yüzlerini buruşturuyorlar. O zaman anladım ki Çinlileri anlayabilmek imkansız.

Ne yazıları, ne yemekleri, ne fiziksel özellikleri bakımından ortak hiçbir yanımız yok. Yarın Çin'deki son günüm. Gözüme çarpan en son olayları da yazdıktan sonra gece 5 sularında Barcelona - R. Madrid maçına kalkacağım. Öğleye doğru da Hong Kong'a gideceğim trenle.

Orada çok malzeme çıkar gibi geliyor, hayırlısı...

Welcome To My World

Daha 1 ayı yeni devirmiş bir bloguz. Açıkçası ben bu kadarını beklemiyordum. Elimden geldiğince - itiraf ediyorum biraz da yüzsüzlük yaparak - blogun tanıtımını yapmaya çalıştım. Önce eşe dosta söyleyeceğiz ki merkezi kendimiz olan bir çember halinde yavaş yavaş yayılsın bu site. Amaç tabiki yazıp içimizdeki bu yaz-paylaş şeklindeki dürtüyü dindirmek. Ancak paylaşma bölümü olmazsa tadı kaçar bu işin. Kendi kendine yazmak bir zaman sonra heves bırakmaz adamda.

1.5 ayın sonunda Türkiye'min dört bir yanından yazdıklarımı okumaya değer bulan insanlar oldu. Her geçen gün artan okuyucu sayımız gösteriyor ki bazı şeyleri doğru yapıyoruz. Bu beni daha çok heyecanlandırıyor açıkçası. Daha kaliteli, daha işe yarar, daha düzgün Türkçe'yle, okunmaya değer yazılar yazmaya çabalıyorum.

2 gündür dünyanın da çeşitli yerlerinde bloga girenler oldu. Ancak içlerinde öyle alakasız ülkeler var ki, yazdıklarımdan ne anladıklarını, okuyup okumadıklarını bile bilmiyorum. Ama madem dünyanın çeşitli yerlerinden ziyaretçilerimiz oluyor artık. Onlara da anlayacakları dilden bir kaç bir şey vermek lazım...

Welcome L.A. Quebec, Chicago, Provo, Fort Wayne
Bienvenu Lyon
Bienvenido La Paz, Bogot, Madrid-Barcelona and Logroo
Herzlich wilkommen Westfallen, Hamburg, Zurich
Mieluinen Lahti and Juurikkamki,

Burdur'lu arkadaşa da selam olsun!

Placebo - Every You Every Me


Bu hafta şarkı seçimim Rock'n Coke'ta da konser veren Placebo'dan. Diğer seçimlerime göre eskimiş bir şarkı. Açıkçası müzik tarzımında dışında. Ancak hep aynı tür müzikleri dinlemekten sıkıldım. Değişik türleri ve sanatçıları da tanımak için arkadaşlardan da tavsiyeler aldım. 2007'de piyasaya çıkmış Extended Play albümünün 2. şarkısı.

Corona'ya da bazı şeyler ifade ettiğini bildiğim bir şarkıdır. Gelince kendisi de bir kaç bir şey söyler bununla ilgili.

Daha fazla uzatmayalım...

Kore'den canlı performanslarıyla, Placebo - Every You Every Me

11 Aralık 2008 Perşembe

Çin Günlüğü - 6


Çin'deki 6. günümüzde elektronikçilerin olduğu semte gittik. İstanbul'da yaşayanlar bilirler, Doğubank İş Hanı vardır. Orjinal malları gümrükten kaçırdıklarından, vergisiz ve ucuza satarlar. Çin'de mal kopyalamak veya sokak satıcılığı yapmak suç değil zaten. Polisin ses çıkardığını görmedim bu tür şeylere. Bugün gittiğimiz yer de fiyat açısından çok ucuz bir yerdi.

Aslında bir ürünün fiyatını ilk kez sorduğunuzda fiyat farkı çok azmış gibi geliyor. Ancak sıkı pazarlıkçıysanız, ürünü yarı fiyatına hatta daha da aşağısına alma imkanınınız var. Pazarlık payı o kadar büyük ki açıklamak için bir satıcıyla dedem arasında geçen dialoğu örnek göstermek istiyorum.

Satıcı: Saat almak ister misin?
Dede: Fiyat?
Satıcı: 400 yuen(1 yuen 0.22 ytl)
Dede: 20 veririm
Satıcı: 200!
Dede:20...
Satıcı:100!
Dede: Almıyorum kardeş sağolasın

Satıcının dedemi ikna etme çabaları, dedemin bu çabaları alaya alması (satıcı da dahil) etraftaki insanları da kahkahaya boğdu.

Sonuç olarak zaten hastalıktan zayıf düşen bünyeme satıcılarla cebelleşmek çok geldi. En son, akşam yemeği için gittiğimiz Türk lokantasında çalan İbrahim Tatlıses şarkısı mental olarak da bitirdi beni.

Ben seni sevmekten, başka ne yaptım?
Bir Tanrı'ya taptım, bir sana taptım.
Sen bana bir değil, bin hata yaptın,
Seni affederesem namert olayım!

Sabah gördüğüm rüyanın üstüne çok iyi gitti sağolsun...

10 Aralık 2008 Çarşamba

Çin Günlüğü - 5


Seyahat sırasında(özellikle iş gezisi)olabilecek en kötü şey oldu ve hasta oldum...

Güneş batmaya başlayıncaya kadar 7-8 tane alışveriş merkezi geziyoruz. Buradaki AVM'ler bizimkilere hiç benzemiyor. Katlı ve geniş binalar. İçinde kayboluyorsunuz ve bir girdiğiniz dükkanı bir daha bulmanız çok zor.

Bugün dönüş yolunda polis bir arabayı çevirmişti. İdam cezasının olduğu bir ülke Çin. Biz gelemeden 1 hafta önce uyuşturucu getirdiği gerekçesiyle Afrika'lı 3 göçmen kurşuna dizilmiş. Biri kaçmayı başarmış. Bugünkü olayda ise zanlı yine bir siyahiydi. Polisin tavrı o kadar sertti ki bizim taksinin şoförü dahil yoldan geçen kimse açık açık bakma cesaretini gösteremiyordu.

Hediye isteyenlere gelirsek, hediyelerinizi aldım. Anlamlı olması için Çin'e özgü, burayı akla getiren şeyler aldım. Neler aldığımı söylemek istemiyorum, dönüşümü biraz olsun merakla bekleyin diye. Kendime sadece bir kolye aldım. Üzerinde Çince bir şey yazıyor ancak sorsanız ne olduğunu şu an söyleyemem. En kısa zamanda öğreneceğim. Güzel bir şeyse paylaşırım...

İlk gün Çin tıbbının maharetlerini görmeyi ne kadar merak ettiğimi belirtmiştim. Eczanelerinde bile şifalı ot satıyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse çok da işe yarıyor. Parapsikolojiye karşı artan ilgimle beraber, alternatif tıbba da çok sıcak bakmaya başladım.

Parapsikoloji demişken, kitabımı almaya, dişçiye gidemedim. Sonuna da çok az kalmıştı, bitiremezsem kafayı yerim. Ayrıca not kağıdı olarak kullandığım ayıracım da onun içinde kaldı. Kalan 3 günde o kitabı mutlaka geri almam lazım.

Kendinize iyi bakın.

9 Aralık 2008 Salı

Çin Günlüğü - 4


Bir takım teknik aksaklıklar nedeniyle yazıyı yazmama rağmen gününde yayınlayamıyorum. Bu nedenle özür dilerim. Burada her geçen gün farklı şeyler görebilmek gezinin faydası açısından çok önemli.



Geldiğimiz ilk gün açlıktan yemeklere fazla yumulmuştum. Fazla heyecan yaptım herhalde ki alttaki telimin 2 lastiği attı. Yemek de zehir oldu. Telle yaşamak zor, Çin’de damak tadına uygun yemek bulmak zor, bide üzerine böyle aksaklıklar çıkınca zaten karamsar olan kişiliğim ortaya çıkmaya başlıyordu. Bugün dişçiye gittik. Dişçi bile akıcı bir şekilde İngilizce konuşamıyordu ama en azından derdimi anladı, dinledi.



Kendi dişçimle buradaki arasında karşılaştırma imkanı buldum. Adam işini çok titiz bir şekilde yaptı. Canımı yakmamak için o kadar uğraştı ki, benim o aletlerle kendi başıma 5 dakikada yapabileceğim işi 15 dakikada bitirdi. Temiz yaptı ama Allah için.



Çıkışta tutsun diye valideye verdiğim kitabımı dişçide unuttuk. Bu yüzden kitap yorumu kitaba tekrar ulaşana dek bekleyecek. Bu da özür 2.



Bize değişik gelen bazı şeylerden devam edelim. Özellikle yaşlılarda görünen absürd bir durum var. Amcada sakal çıkmıyor. Köse yani. Ancak yanaktaki tek bir noktadan 3-4 tane sakal çıkmış. Amcada uzatmış da uzatmış bunları. Kutsal sayılıyormuş sanırım. Yanağında çiçek açmış gibi dolaşıyorlar. İlginç…



İlginç olan bir başka şey de (başka ülkelerdeki insanlara garip gelir bu da merak konusu) meyvelerde hormon yok! Mandalinalar 2 fındık büyüklüğünde ve şeker gibi. Aynı şey mısır, portakal, kiraz vb. meyveler için de geçerli. Ben köyler de dahil olmak üzere bu kadar tatlı çilek yemedim. Hem geç çürüyorlar, hem renkleri yerinde, tatlarıysa müthiş.



Yemenin, içmenin ve gezmenin yanı sıra asıl amaç iş tabi ki. Günde 4-5 saat sadece çanta satılan alışveriş merkezlerini geziyoruz. Bugün yarım yamalak İngilizce konuşabilen genç bir çalışanla uzun bir sohbete daldık. Her tanıştığım yabancıya ülkemi tanıtma hevesi vardır bende. Latin-Çin alfabesi arasındaki farklardan girdik, harf inkılabından çıktık. Atatürk-Mao karşılaştırması yaparken yeni bir şey daha öğrendim. Bu Japonlar harbiden kalleş insanlarmış. Amerikalılarla masa başında ateşkes imzalarken donanmalarına yaptıkları baskını “Pearl Harbour” filminden biliriz hepimiz. Japonların 2. Dünya Savaşı sırasında yedikleri tek nane bu değilmiş meğer. Çinli arkadaş tek bir şehirde 300.000 insanı katlettiklerinden bahsetti.



Ben de boş durmadım, Yunanların bize yaptıklarından bahsettim. Çinlilerin bize Asya dönemlerimizden kalma bir kini olup olmadıklarını sordum. Biz ne zaman savaştık ki dedi? Çin seddini neden yaptınız diye sordum. Gülerek artık önümüze bakmamız gerektiğini söyledi. Avrupa’da karşılaştığınız soğukluk yok burada. Tam tersine insanlar çok cana yakın. Size elinizden geldiği kadar yardımcı olmaya (bazen de altından maddi sebepler çıkıyor) çalışıyorlar. Özellikle kardeşim çok dikkatlerini çekiyor. Herkes sanki ilk defa batılı birisi görmüş gibi süzüyor bizi.



Güzel memleket burası ama, insanın evi gibisi yok…

8 Aralık 2008 Pazartesi

Çin Günlüğü - 3 (Komünizmle Yüzleşmek!)


Güya komünizmle yönetiliyor bu memleket. Oysa sınıflar arasında çok büyük gelir farkı var. Uçurum gibi. Şehrin bir yanında, ekmek parası bulabilmek için yakana yapışan insanlar varken bir başka yanında insanlar lüks içinde yaşıyor. İşte bu yüzden bir türlü benimseyemedim şu görüşü. İnsanların ne zengin ne de fakir olduğu yer diye öğrendim ben bu işi. Emperyalizme karşılık olarak doğmuştur. Önemli olan para değil, insandır, alın teridir, emektir. Ama eğer biraz araştırılırsa görülür ki, Çin, Avrupa ve Amerika'dan daha emperyalist bir ülkedir.

Daha önce de söylediğim gibi burada en yaygın meslek sokak satıcılığı ve dilencilik. Ülkenin en önde gelen ticaret şehirlerinden biri olan Guangzhou denen bu yerde, sokaklarda dolaşınca gördüğünüz ilk şey fakirlik. Ancak işin bir de diğer yüzü varmış.

Dünkü yazıyı yazdıktan sonra buranın "İstiklal Caddesi" olarak kabul ettiğimiz Pekin Caddesi'ne gittik. Umduğumu bulamadım açıkçası. Caddenin başında New York görüntüleri canlandı gözümde. Lebron'un en az 1000 m2'lik bir reklamı vardı. Ancak devam ettikçe mağazaların kalitesizliği gözüme çarptı. Her dükkanın başında sizi kolunuzdan tutup içeri sokmak isteyen çalışanlar var. Eğer burası Çin'in en ünlü caddesiyse burası gerçekten fakir bir ülke diye geçirdim içimden. Ta ki bugüne kadar.

Bugün gittiğimiz bir alışveriş merkezi, ütopya olduğunu düşündüğüm komünizmle ilgili tüm düşüncelerimi haklı çıkardı. Daha giriş katındaki mağzaları sırayla sayalım;

Burberry, Louis Vuitton, Dior, Versace, Bvlgari vs. diye gidiyor...

Güya neydi? Sınıfsız toplum.

Ben gözümle gördüm, daha da bir şey demiyorum.

Kurban - İlk Ay


Bugünün bayram olduğunu saat 16:00 sularında bir Müslüman lokantasına girince hatırlayabildik. Ayrıca blogumuzun da ilk ayını geride bıraktığını gururla söyleyebilirim. Küçüklerin ellerinden, büyüklerin gözlerinde öperiz efendim...

7 Aralık 2008 Pazar

Çin Günlüğü - 2


Çin'deki 2. gün ebeveynlerin işi-gücüyle geçti. Daha önce de söylediğim gibi Çin'de çarpık kentleşme yok. Aksine aşırı bir planlama durumu hakim. Öyle ki tüm çanta satan toptancılar şehrin bir bölgesine yerleşmiş ve oraya gittikten sonra hanlar arası ulaşım çok kolay. Küçük küçük dükkanlar haline abartısız binlerce mağaza var.

Mağazalarla ilgili dikkatimi çeken en önemli özellik çalışanlarının %90'ının bayan olması. Valideye sebebini sorduğumda erkeklerin fabrikalarda çalıştığını söyledi. Gerçekten çok çalışkan bir toplum. Mecburlar buna. Çok fazla sayıda dilenci var. En yaygın mesleklerden biri diyebilirim. Sokak satıcıları ve dilenciler çok ısrarcı. Bizim çingeneler onlarla aşık atamazlar, o derece.

Dikkatimi çeken en komik olaylardan biri de 2-5 yaş arası çocuklarla ilgili. Fakirlikten midir yoksa başka sebepten mi bilinmez, aileler çocuklarına bez almak yerine pantolonlarının arka kısımlarını kesmeye karar vermişler. Ortalıkta kıçı başı açık veletler koşuşturuyor anlayacağınız. Ancak henüz işini sokakta görenine rastlamadım. 9 gün daha buradayız, daha neler görürüz kim bilir.

Ayrıca bugün ilk Çin yemeği deneyimimi yaşadım. Bahsettiğim hanlarda saat 12-13 arası yemek saatiyle beraber ağır bir koku da oluşuyor. Bizimkilerin daha önceden tanıdığı bir satıcı bana Çin usulü balık ikram etti. Adamların kültürünü bilmiyoruz. Hem ters bir şey olmasın hem deneme olsun diye kabul ettim. Açıkçası balık olduğunu söylemeseler anlayamazdım. Top top ve sünger gibiydi. Ama tadı kötüydü diyemem. Yediğim şeyin adını da bilebilseydim çok güzel olurdu. Maalesef ki satıcı kadın "fish" demekten daha ileriye gidemedi.

Burada İngilizce bilen bulmak da zor, bilenle konuşmak da. 6'sındaki kardeşim daha çok şey biliyor bu alanda. Çinli ablalara gelirsek de, hakikaten çoğu birbirine benziyor. Bugün 5 tane Lucy Liu, 2-3 tane de Tila Tequila benzeri(düzeltiyorum, aynısı) gördüm. Ancak bu ablalarla ilgili tatil dönüşü ayrı bir post yazacağım. Öyle 2 günlük incelemeyle tüm Çin halkıyla ilgili yorum yapmak olmaz. 10 gün de yetmez aslında ancak,

Yerleşecek halimiz yok ya...

Hoşgeldin Dünyamıza

http://www.youtube.com/watch?v=EG7LqC39W_Q

Anasının karnında 9 ay bekleyemeyen kuzen modeli...

Fenerbahçe aşkıyla yanan bir baba.

Aman oğlunu yakma!

6 Aralık 2008 Cumartesi

Çin Günlüğü - 1


Hem gördüklerimi paylaşmak hem de ileride daha rahat hatırlamak adına Çin gezisi sırasında önemli notları buraya yazacağım.

Atatürk Havaalanı'ndan TK 70 sefer sayılı uçakla Hong Kong'a doğru yola çıktık. Bütün günün yorgunluğu öylesine üstüme çökmüştü ki, heyecanla beklediğim kalkış anını uyuyarak kaçırdım. O sırada form falan doldurmuşum, haberim bile yok.

10.000 metre de kendimden geçmiş bir halde seyrederken önümdeki doğu şiveli bir arkadaşın gürültüsüyle uyandım. 2 çeşit akşam yemeği çıkıyormuş. Köfte ve makarna. Köftenin kalmadığına bu kadar mı sinirlenir bir insan? Uykum kaçtı anlayacağınız. Bu gibi durumlara daha önceden hazırlıklı olduğumdan kelli yanımda bulundurduğum ve daha sonra sizlere yorumunu da yapacağım kitabımı okumaya başladım. Sıkılınca müzik dinledim ve 9 saat 45 dakika böylece geçti gitti.

Hong Kong görüntüsüyle de adıyla da King Kong'u andırıyor bana göre. Daha havaalanından belli şehrin nasıl olduğu. Gelişmişlik ve metropollüğün dibine vurmuş Çin'li. Uçaktan biraz yürüdükten sonra metroyla pasaport kontrolüne geçiliyor. Fazla bekletilmeden gümrükten geçip bavulunuzu alıyorsunuz. Yaşanan tek aksaklık Çinli'lerin İngilizce aksanları. Çince mi konuşuyorlar, İngilizce mi, bazen anlamak mümkün değil.

Havaalanından sonra özel küçük minibüslerle Hong Kong'dan Çin'e geçmek için yola çıktık. Kilometreler uzunluğunda köprüler ve tüneller var. Bizim Boğaz köprüleriyle ve en uzun tünelimiz Bolu tüneliyle karşılaştırmak bile istemiyorum bu yapıları. Hem estetiki manada hem de mühendislikleriyle şaheser nitelikte yapılardı bunlar. Anadolu'dan İstanbul'a gelip hayran kalan insanlar gibi hissediyorum kendimi. Köprüde viraj ve yokuş gibi şeylerin olduğunu ilk defa gördüm. Takdir ettim sanki çok ihtiyaçları varmış gibi...

Eskiden İngiliz kontrolü altında olan Hong Kong'un şu sıralar Çin egemenliğine geçtiğini biliyordum. Bu yüzden iki devlet arasındaki gümrük uygulamaları garibime gitti. Ancak yine Avrupa'da olanın tersine fazla bekletilmeden Çin'e girdik. Sınır kentinin adı Shenzen. Yüksek binalara rağmen Hong Kong ve Çin arasındaki ekonomik fark binaların ihtişamından belli oluyor. Buradan otobüsle asıl kalacağımız yer olan Guangzhou'ya doğru yola çıktık. 2 saatlik yolculuk sırasında yine uyuyakalmışım. Gözümü açtığımda ışıltılı bir şehre bakıyordum. 17 milyonluk nüfusuyla İstanbul'a çok benziyor. Ancak aradaki en büyük fark planlı kentleşme. Şehrin başından sonuna kadar uzanan upuzun ve dümdüz bir yol var. Bu anacaddeden istediğiniz yere doğru yollar uzanıyor. Bilimkurgu filmlerinde gördüğümüz üst üste geçen 5 ([edit.] 4'müş)katlı yollar var.

Hava karardıkça binaların ve dükkan tabelalarının üzerindeki kırmızı ağırlıklı ışıklandırmalar dikkat çekiyor. Çince yazıların bazılarının yanında latin alfabesiyle de yazılan ibareler var. Ancak çoğu zaman okuma yazma bilmeyen bir çocuk gibi hissediyorsunuz kendinizi. 2 tabela arasındaki harfleri birbirine benzeterek bir anlam çıkarmaya çalışmak çok boş bir çaba oluyor.

Çin denilince akla gelen ilk bir kaç şeyden biridir yemek. Çin mutfağı da 4 ünlü mutfaktan biridir. Burada Türk lokantaları olmasına rağmen Çin yemeklerini yerinde denemek istiyorum. Denedikçe de burada paylaşacağım elbette.

İlk gün böylece başlamadan bitti. Başlamadan diyorum çünkü 24 saattir güneşi tam anlamıyla gördüğümü söyleyemem. Adamakıllı yediğim ilk akşam yemeğindeyse dişimdeki tellerden biri yerinden çıktı. Kendi başıma düzeltemeyeceğim bir sorun maalesef. Kendimi Çinli hekimlere emanet edeceğim anlaşılan.

Bunu da akapunkturla tedavi etsinler de görelim bakalım Çin'in ilmini!

5 Aralık 2008 Cuma


İyi yolculuklar Leo.

Biliyorum biraz zaman oldu yazı eklemiyeli ama işte iş güç be kardeşim.

Bu gün Makedonya'ya gidiyorum. 7 günlük bir gezi. Umarım güzel bir gezi olur ve iyi yazılarla geri dönerim.

China


Corona efendi gezmeden kızdan vs. vakit bulacakta yazı yazacak. Yine iş başa düştü...

Şu an Atatürk Havaalanı'nda, Çin'e gidecek olan uçağı beklemek üzere "Lounge" dediğimiz bir mekandayım. Dekoru dizaynı gayet güzel. Okuldan çıktığımdan beri rahatça oturabileceğim, karnımı doyurabileceğim bir mekan bulabildim sonunda. HSBC'ye selam olsun!

Dediğim gibi yolculuk Çin'e. Ne işin var orada diye sorulan soruları garip karşılamakla beraber cevap vereyim. Peder beylerin işi benim gezmeme vesile oldu.

Darısı ilmi Çin'de arayanların başına...